top of page
Yazarın fotoğrafıRana Bakır

Yeni Bir 8 Mart’ta Kadınlar

Not: Aslında yazımın konusu hakkında epeydir düşünüyordum. Sonrasında sosyal medya hesabıma girmemle birlikte karşıma 8 Mart Kadınlar Günü ile ilgili bir post çıktı ve bu derginin mart sayısında kadınlarla ilgili hiçbir yazı olmamasının hayal bile edilemeyeceğini düşündüm.

Bu seneki 8 Mart Kadınlar Günü'nde de kadınlar yine sokaklara döküldü. Kadınlar adalet, eşitlik, hak ve özgürlük mücadelesi için yıllardır savaş veriyor, yürüyüşlere katılıyor, eylemler düzenliyor, seminerlere katılıyor, televizyondan ya da sosyal medyadan seslerini duyurmaya çalışıyorlar.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre, 2023 yılında Türkiye'de erkekler tarafından 315 kadın öldürüldü ve 248 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Afganistan, İran, Ukrayna ve ABD gibi pek çok ülkede kadınlar; ülkelerinde savaş, şiddet ve politika değişiklikleri yaşanırken hakları için mücadele ediyor. İran'da pek çok kadın başörtüsü kuralına meydan okuyor. Nobel Barış Ödülü'nü kazanan Narges Mohammadi gibi aktivistler uzun hapis cezalarıyla karşı karşıya. Afrika’da birçok genç kız çocuk yaşta zorla evlendiriliyor ve çocuk sahibi olmaya zorlanıyor. Daha dünyada çoğu kadın evlilik içi tecavüzün ne demek olduğunu bilmiyor. 1 Mart 2024’te aynı gün içinde Türkiye’de 8 kadının öldürülmesi bile her şeyi açıklıyor.

Antik Yunan Medeniyeti'nde kadın, erkeğe bir ceza, Pandora olarak gelmişti. Bu yüzden Tanrı ona ceza olarak doğum sancısını vermişti çünkü kadın bunu hak ediyordu. Homeros’un İlyada ve Odisea eserlerinde görebileceğiniz gibi kadınlar ne mevkiye gelirse gelsin erkeğe tabidirler ya da tanrı kadını Lilith olarak göndermiştir. İtaatkar olmadığı için şeytanın gelini olan, Adem’i baştan çıkaran Lilith ya da Adem’i elmayı yemeye ikna eden Havva olarak gönderilmiştir. Bu insanın cennetten düşmesi kadının suçudur bu inanışlara göre. Hatta bunu eski batı sanatında da açıkça görebiliriz. İnsanın cennetten dünyaya iniş tablollarında genelde Adem’in sanki mağdur edilmiş gibi yüzünü kapatarak yürüdüğünü fakat Havva’nın hatalı ancak kendinden emin bir şekilde yürüdüğünü görürüz.

Eski tarihlerden beri kadın toplumsal cinsiyet algısı nedeniyle neredeyse tüm alanlarda bir adım geriden başlıyordu. Günümüzde bile maalesef hala bu devam etmekte. Geleneksel toplum görüşünde "Evin direği erkektir." yaklaşımının sebebi ile hane içindeki söz sahipliğinde ikincil planda kalan kadın, söz konusu ev işleri, çocuklar ile ilgilenmek ve hatta var ise hasta ve yaşlı bakımı olduğunda sadece o sorumluymuş gibi gösterilmektedir. Üstelik bu tavır "çalışan kadın" için de değişmemektedir. Kadın hem ev işlerini, hem bebek bakıcılığını, hem yaşlı bakımını ve bunların üstüne üstlük kendi işlerini de üstlenmektedir.

İş hayatına baktığımızda bu ayrımı açıkça görebiliriz. Kadın iş gücü oranlarının erkek iş gücü oranlarına en yakın olduğu tarım sektöründe bile kadınlar, tıpkı ev işlerinde olduğu gibi ücretsiz aile işçisi olarak çalışmakta ve erkeklere oranla kendi hesabına çalışan kadınların sayısı bir hayli düşük kalmaktadır. Maalesef ki iş hayatında kadınlar mesleki dağılımlarda, ücretlendirmede, işveren yaklaşımlarında ve hatta dış görünüşleri ile bile tercih etmedikleri ayrımcılıklara maruz kalmaktadır.

Kapitalizm, tüm işleri kadınların göreviymiş gibi göstermiş üstüne üstlük yapılan işlerin piyasa değerini göstermemiştir. Kadın ev işlerini ve çocuk bakımını sanki onun zaten yapması gereken bir zorunluluk gibi üstlenmek zorunda kalmıştır ve kadınlar evde gerek psikolojik gerek fiziksel şiddete maruz kalmıştır. Çoğu insan “Sevmiyorlarsa neden katlanıyorlar?” diyebilir, bunun birçok sebebi var fakat bunlardan en baskını çocukları. Kadının ekonomik olarak güçsüzse çocuğunu büyütemez ve boşanırsa ihtiyaçlarını karşılayamaz. Hatta bazı kadınlar bu konularda toplum yüzünden, kendi ailesi tarafından bile cesaretsizlendirilmiştir. Kadın her ne kadar evde ev işlerini yapıp, çocuklarla yaşlılarla ilgilenmesine rağmen evi geçindiren kişi ve reis, erkek olarak görülmüştür.

Kadınlar eğitimde, meslek edinmede, iş alımında, iş hayatında, işten çıkarılmada, işten ayrılmada, fikir sunmada, ailede, ücret dağılımı dahil pek çok sıkıntı yaşamaktadır. Maalesef günümüz ülkemizde hala kızlarını okula göndermenin sorun olduğunu düşünen insanlar vardır.

2000 yılı genel nüfus sayımı sonuçlarına göre, altı ve daha yukarı yaştaki kadın nüfusunun % 19,4’ü okuma yazma bilmemektedir. Bu durum kadınların toplumsal yaşamdan dışlanmalarının en önemli nedenlerinden birisidir. Ayrıca 25 yaş ve üzeri kadın nüfusunun % 7,5’i okur-yazar olup bir okul mezunu değilken; % 45,3’ü ilkokul, % 9,1’i lise ve lise dengi meslek okulları, % 5,4’ü ise üniversite mezunudur. (DPT, Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele ÖİK Raporu, 2007: 43) Kadınların eğitim düzeyi yükseldikçe İKO nın arttığı gözlenmektedir. Kentlerde 2005’te İKO lise altı eğitimlilerde %21, 8, lise ve dengi eğitimlilerde %30,9 ve yüksek eğitimlilerde %70’tir (TÜİK, 2006). En fazla ilköğretim eğitimine sahip olan çalışanların kayıt dışı istihdam içindeki payı %90 civarındadır. Buna karşılık, üniversite mezunlarının kayıt dışı istihdamdaki payı %1,3 düzeyindedir (Türkan, 2005: 32). 2008 yılında lise altı eğitimlilerde iş gücüne katılma oranı % 44.2 iken yükseköğretim mezunlarında bu oran % 78.3’tür. Lise altı eğitimlilerde erkeklerin iş gücüne katılma oranı % 69 iken, kadınlarda % 18.6’dır. Lise ve dengi okul mezunlarında erkeklerde iş gücüne katılma oranı % 71.1 iken, kadınlarda % 30.8’dir. Yükseköğretim mezunlarında erkeklerde iş gücüne katılma oranı % 83.5 iken, kadınlarda % 70.5'tir. (TÜİK, 2008).

İktisatta da bu ayrım benzer şekilde devam etmektedir. Yaklaşık 1 ya da 2 yüzyıl hatta 50 yıl öncesine kadar bile genel kabul görmüş iktisat tartışmalarında kadınlar genellikle yok sayılmıştır. Klasik ekonomistlerin çoğu kadınların rasyonel karar alma kapasiteleri hakkında şüpheci olurken; kadının ödeneğinin erkeklerinkinden daha düşük olmasını doğal karşılamışlardır. Günümüzde kadınların eskiden gelen tabulardan artık daha az etkilendiğini görüyoruz. Kadınlar artık kendilerini de iş hayatında olabileceğini bilmekte; kendilerinin çalışarak kendi geçimlerini sağlayabileceğinin farkında olmaktadır. Ayrıca kendi evinin geçimine katkı sağlamak, ki bu artık maalesef günümüz ekonomisinde zorunlu hale gelmiştir, ve ailelerine maddi açıdan katkı sağlamak istemektedirler. Fakat bu durumda bile kadınların önünde tonlarca engel vardır. Kadın girişimcilerin önünde sermaye eksikliği, geleneksel inanç ve baskısı, cinsiyete dayalı rol ayrımcılığı cinsel ve duygusal taciz, cam tavan engeli, sosyal pozisyon ve iletişim eksikliği, basmakalıp yargılar (güvensizlik, tecrübe eksikliği ve başarısızlık beklentisi), rol çatışması, eğitim düzeyinin düşük olması, zaman darlığı, sosyal sorunlar, sağlık sorunları (doğum vb.), psikolojik sorunlar ve girişimcilikte rol modellerinin eksik olması gibi bir sürü engel vardır.

Türkiye’de kadınların iş gücüne katılma oranı ve genel istihdam içindeki oranları sosyal, ekonomik, kültürel vb. nedenlerle diğer dünya ülkeleri ile değerlendirildiğinde çok düşüktür. 2010 yılı sonu itibariyle, Türkiye’de %27,68 olan kadın iş gücüne katılma oranı, 27 AB ülkesinde ortalama %66,1 ve OECD ülkelerinde ise %60,8 olarak ölçülmüştür . Buna göre Türkiye kadınların iş gücüne katılımı açısından OECD ülkelerinin en alt sıralarında yer almaktadır.

Türkiye’nin toplumsal yapısından ötürü ekonomik özgürlüğü olan kadınların oranının düşük olmasına karşı, anne ve eş olarak algılanan kadınların daha fazla olduğu görülmektedir. Bu durum, kadınların iş hayatında cinsiyete dayalı mesleki ayrımcılığına da maruz kalmasına sebep olmaktadır (Parlaktuna, 2010: 1229).

Kadınların iş gücüne katılımı sürdürülebilir kalkınmanın önemli bir unsuru olarak hem teorik hem de politik nedenlerle önemli bir husustur. Kadınlar bir toplumun ön planda olmayan fakat toplumun ilerlemesinde önemli etkileri olan üyeleridir. Bir toplumda kadın ne kadar etkin ve üretken ise toplum o kadar gelişmiştir. Çalışma hayatında kadının yer alması toplumsal ve ekonomik kalkınma sürecinde, insanın ve insan emeğinin özgürleşmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Aynı zamanda kadınların çalışması toplumsal statülerinin yükselmesi bakımından da gereklidir. Dolayısıyla toplumsal ve ekonomik kalkınma sürecinde kadınların etkin biçimde yer alması, kadınların iş gücüne katılımının ve istihdamının artırılması bireysel ve toplumsal açıdan sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilebilmesinde için de önemli bir unsurudur. Bu çerçevede kadın istihdamının artması, kadın yoksulluğunun önlenmesi, haneye giren daha yüksek gelir ve daha iyi yaşam standartlarına kavuşmak anlamına gelir

Kadınların iş hayatına katılımıyla ekonomik bağımlılıkları da azalacaktır. Bu durum da kadınların yaşadığı problemlerde kendi ayakları üstünde durabilmesini ve daha güçlü olmasını sağlayacaktır. Hak etmediği ve cehennem gibi olan bir evde yada evlilikte ölene kadar sıkışıp kalmasını engelleyecektir.

4 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Her gün ve ay yeni yayınlarımızdan haberdar olabilirsiniz

Gönderdiğiniz için teşekkürler!

bottom of page