top of page
Sabri Alp

Türkiye İktisat Tarihi (1938-2001)

Güncelleme tarihi: 26 Eyl

Amaç ve Giriş: Bu yazı, ülkemizde son yüzyıllardaki ekonomi anlayışının gelişimi ve Cumhuriyet Devri’nde askeri, siyasi olaylar sonucunda ekonominin ve ekonomi politikalarının geçirdiği değişimleri anlatmak amacıyla yazılmıştır. Yazı; Osmanlı’nın son zamanlarına doğru döneme ayak uydurmak için geçirdiği ekonomik değişimleri, cumhuriyetin ilanı ile savaştan çıkmış yeni bir devletin iktisadi gelişimi, II. Dünya Savaşı ve sonraki yıllardaki iktidar değişiminin ekonomiye etkilerini, seksenli yıllardan sonraki neoliberalizm politikasını ve sonraki yıllardaki hadiseleri kapsamaktadır.

Boğaziçi Köprüsü inşaatı

17. yüzyıla kadar sürmüş klasik dönem boyunca bir Orta Doğu devlet anlayışına sahip olan Osmanlı Devleti’nde tüccar sınıfı haricinde serbest piyasa ve kapitalizm kavramından bahsetmek imkânsız olacaktır. Nitekim devlet sosyal düzeni korumak, kaynakların düzgün dağılmasını sağlamak adına tüm sektörlerde ya bizzat kendi müdahalede bulunmuş ya da çeşitli vakıflar aracılığıyla yaptırdığı yerleri kamu hizmeti olarak sunmuştur. Bu hususu detaylandırmak gerekirse tarım arazileri (Miri arazi) kanunla devlete bağlanmış ve devletin bunu satması yasaklanmıştır. Tarım yapan çiftçinin çiftliğini veya mesleğini terk etmesine müsaade edilmemiş, Celali İsyanları gibi büyük olaylar sonucunda tarım arazileri boşalınca devlet ekonomisi bundan nasibini almıştır. Dış ticarette de benzer mantıkla hareket edilmiş, ithalat teşvik edilirken ihracata kısıtlamalar getirilmiştir. Buradaki temel motivasyon, mümkün olduğunca fazla kaynağı ülkede tutmak ve ihtiyaç ekonomisini yürütmektir.

Osmanlı’nın iktisadi alanda dünya ile entegre olmaya çalıştığı dönem 1838 Baltalimanı Antlaşması ile başlamıştır. Bu antlaşma neticesinde yabancı tüccarlar iç gümrük vergilerinden muaf tutulmuş, İngilizler kendilerine yeni bir pazar bulurken Osmanlı da ister istemez dış ticarette diğer ülkelerle bütünleşmiştir. 1854’te ilk kez dış borç alınmış, devamlı alınan borçların faizlerinin dahi ödenemeyeceğinin 1975’te ilan edilmesiyle Düyuni Umumiye kurulmuştur. Bu kurumun avantajı borç faizlerinin daha az olması olsa da hazine gelirlerinin bir kısmı borçları ödemek adına buraya aktarılmaya başlanmıştır. Bir yandan yabancı sermaye de ülkeye girmiş, özellikle de demiryolları, limanlar ve belediye hizmetlerinde yabancı sermayenin payı %73’e çıkmıştır.

Osmanlı'da Maden İşçileri

Cumhuriyetin İlk Yılları

Atatürk dönemi iktisat politikaları iki devrede incelenmektedir: Savaştan çıkmış bir ülkede sermaye kurmaya çalışılan ve bunun için devletin teşvik unsuru olarak kullanıldığı 19231929 aralığı, Büyük Buhran Türkiye’yi de vurunca devletçi politikaların ağırlığını arttırdığı 19301938 aralığı.

Ülke kurulduğunda insanların ortalama yaşam süresi otuz beş yıl olup toplam nüfus on üç milyon kadardı. Milli hasılanın %43’ü tarım, %46’sı hizmet ve %11'i sanayi sektörüne aitti. İlk iş olarak 1923’te İzmir İktisat Kongresi toplanarak toplumun çeşitli katmanlarından talepleri alınmış, Lozan Antlaşması’nda kapitülasyonlar kesin biçimde kaldırılmış, 1925’te altı yüz yıldır yürürlükte olan aşar vergisi kaldırılmış, 1927’de Teşviki Sanayi Kanunu ilan edilmiş, piyasada artan para ihtiyacı üstüne yerli bankalar kurulmuş, ihracat ithalatı %80 oranında karşılar hale gelmiştir. Bu dönemde yaşanan olumsuz gelişmelerden biri ise sterlinTL paritesinin korunamaması olmuştur.

1930-1938 Devresi

Bu dönemde Büyük Buhran’ın etkileriyle mücadele edilmiş, önceki dönemlere göre kapalı ve devletçi bir politika takip edilerek önceki on senenin görece daha liberal sayılabilecek politikası terk edilmiştir. 1929’da “Menkul Kıymetler ve Kambriyo Borsaları Kanunu”, 1930’da “Türk Parasının Değerini Koruma Kanunu” çıkartılarak serbest döviz alım satımı yasaklanmış ve devamında döviz piyasası sıkı kontrol altına alınmıştır. 3 Ekim 1931’de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurulmuştu. Merkez Bankası ile birlikte devlet tahvili, reeskont kredisi gibi yeni yöntemlerle devlet teşekkülleri ve sanayide gelişmeler finanse edilmiştir. Atatürk dönemi boyunca yerli bankaların ve yerli sermayenin oranı artmış, yerel bankaların batması ile onların yerini kooperatifler almış, ithalat mümkün olduğunca halihazırda ihracat yapılan ülkelerden yapılmaya çalışılmış, dış ticaret fazlası verilmiş, buna rağmen TL’nin değerli bir konumda olması dış ülkelerin Türkiye’den satın alım yapmasını zorlaştırmıştır.

Savaş Yılları ve Sonrası

Türkiye’de ekonomik politikaları etkileyen bir diğer olay II. Dünya Savaşı’nın zor ve kasvetli atmosferi olmuştur. Savaş zamanında diğer ülkelerle olan ticari ilişkiler, seferberlik sonucu insan gücü ve ülke içi üretim azalmış, vatandaşlar kaynakları stoklamayı amaçlarken oluşan yüksek talep fiyat artışlarına ve karaborsacılığa zemin hazırlamıştır. Dönemin hükümeti ise piyasalara sıkı biçimde müdahale etmiş, Et ve Balık Kurumu, Petrol Ofisi gibi kurumlar bu dönemde kurulmuştur. Savaşın son yıllarında ise günümüzde hala tartışılan, ülkede sermaye sahibi azınlıklara yönelik varlık vergisi çıkarılmıştır. On beş gün içerisinde vergiyi ödemeyenlerin servetlerine el konulmuş, çalışma kamplarına yollanmıştır.


Adnan Menderes ve Celal Bayar fabrika açılışında

Demokrat Parti Dönemi

Savaş sonrasında Türkiye, SSCB’nin Doğu Anadolu’daki ve Boğazlardaki taleplerinden ötürü ABD ve Batı tarafında hareket etmiştir. Bu ülkelerle yakın olmanın doğal bir sonucu olarak ise ekonomide liberalizm ve siyasette demokratikleşme zorunlu hale gelmiştir. Bu vesileyle 1946’dan itibaren çok partili hayata geçilmiştir. Kurulan Demokrat Parti, yirmi seneden uzun süredir iktidarda olan CHP’nin halkın taleplerinden uzaklaşmış ve son yıllarda ekonomik faaliyetleri tekeline almış olmasını fırsat bilerek liberal-muhafazakâr bir politika yürütmüş ve 1950 senesinde iktidar olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın iş gücü, kaynak ve ticaret yoksunu; yoksul ve durgun dönemlerinden sonra Batı’yı askeri, ekonomik ve politik anlamda arkasına almış liberal bir Türkiye elbette ki refah anlamında ciddi ilerlemeler kaydetmiştir.

Marshall Yardımları’nın en önemli etkisi tarımda görülmüştür, tarımda traktörlerin kullanımı ile tarımda verimlilik artmış, dünya genelinde tarım fiyatlarının da artmasıyla Türkiye ekonomisi büyümüştür. Türkiye buğday ihracatında dördüncü ülke dahi olmuştur. Yine bu yardımların etkisiyle Devlet Karayolları kurulmuş, kırk bin kilometre yol yapılarak ulaşım konusunda önemli yol katedilmiştir. Seyhan Barajı gibi projeler Dünya Bankasından alınan hibelerle yapılmıştır. Tarım alanında ihracat, sanayi alanında ithalat politikası izlenmiş ve ülkenin verdiği cari açık artmıştır. Yine de ithalat sonucunda ülkeye giren kaliteli mallar halk nezdinde olumlu karşılık bulmuş ve tüm bu refah ortamında Demokrat Parti 1954 yılında %58 oy oranına ulaşmıştır.

Kısa Süreli Refahın Son Bulması

Demokrat Parti’nin refah dönemi, başarılı bir ekonomi politikasından ziyade Soğuk Savaş Dönemi’nin başlarında ABD’nin desteğinin almasıyla elde edilen krediler ve yabancı sermayeyle olmuştur. 1954 senesinden sonra işlerin seyri değişmiştir. 1953’te Kore Savaşı zamanında ABD’nin ülkelerden yardım toplaması emtia artışına sebep olsa da savaşın bitmesiyle bu durum değişmiştir. Aynı zamanda Türkiye’nin sürekli olarak IMF, Dünya Bankası gibi kurumlardan ve direkt ABD’den yardım alması da elbette sonsuza kadar sürecek bir durum değildi. Türkiye’de artan enflasyonu ve vasat ekonomi politikalarını fark eden ABD, 1955’te Menderes’in üç yüz milyon dolarlık kredi talebine karşın sadece otuz milyon dolar vermiştir. Aynı yıllarda tarım arazilerinde çıkan kuraklık; cam, boya gibi temel ürünlerin bulunamaması uzun kuyruklara ve 1950’li yıllar öncesindeki gibi devletin piyasaya müdahalesiyle sonuçlanmıştır. Demokrat Partinin beş sene boyunca uyguladığı baskıcı politikalar da eklenince süreç 27 Mayıs 1960 Darbesi ile sonuçlanmış ve iktidar devrilmiştir.

1980'lerde Türkiye

1960-1980 Devresi ve Sanayileşme Çabaları

Denebilir ki Demokrat Parti zamanında halkın büyük çoğunluğunun köylü ve çiftçi olmasından mütevellit tarım sektöründe reformlara yönelinmiştir. 1960 sonrasında ise sanayileşme çabaları artış göstermektedir. Ülkede nüfusun ve köyden kente göçün artması ile birlikte sanayi için büyük bir iş gücü doğmuş hatta aynı yıllarda Fransa ve Almanya’ya büyük bir işçi göçü olmuştur. Bir zaman sonra bu işçilerin ülkeye yolladıkları dövizler ülkeye olan döviz girişinin önemli bir kısmını sağlamıştır.

Darbeden sonra Demokrat Partinin plansız ekonomi politikalarını planlı bir politika ile değiştirmek adına OECD’nin de desteğiyle Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Bu teşkilat ile önceden IMF, Dünya Bankası gibi kurumların sıcak bakmadığı planlama ekonomisine geri dönülmüş ve kamu-özel sektör arası bir denge kurulmaya çalışılmıştır.  Devlet alt yapı ve büyük sanayi girişimlerinde söz sahibi iken tüketim malları özel sektörün elindeydi. Özel sektörde büyüme ve holdingleşmenin de başlangıcı bu döneme denk gelmiş ve ülkede teknoloji üretimi, buna bağlı olarak da bu sektörle alakalı ithalat artış göstermiştir. Planlama sonucunda ülkede gelişen bu şirketlere “bebek endüstri (Infant industry)” denmektedir. İthalatın ihracata oranı devamlı olarak artmıştır. Bu dönemde enflasyon %10’un altında iken büyüme %3’ün aşağısına düşmemiştir.

Siyasal İstikrarın Bozulmasının Ekonomiye Etkisi

1961 Anayasasının getirdiği özgürlükçü ortam ve dünya genelinde etkisi en sert haliyle görülen Soğuk Savaş ile birlikte Türkiye’de radikal sağ ve sol grupların mücadelesi, bankaların yakılması gibi olaylar ülkeyi anarşiye sürüklemiş ve 1971’de ordu muhtıra vererek hükümeti düşürmüştür. Lakin bu hem kargaşa ortamını düzeltememiş hem de sonraki yıllarda sürekli hükümetin değişmesi istikrarlı bir politika yürütülememesine sebep olmuştur. İyi bir planlamanın mantıklı bir zeminde ve disiplinli bir biçimde sektörlerdeki stratejik noktaların belirlenmesiyle ve şirketlerle kurulacak ilişkilerle olacağını düşünürsek sürekli iktidar değişimi, iktidarların gücünü korumak adına mantıklı politikalar yerine popülist politikalar tercih etmesi ve ülkede anarşi ortamının güçlenmesi ekonomik büyüme ve sanayileşmenin kalıcı hale gelmesini önlemiştir. Aynı zamanda ülke içerisindeki şirketlerin dışarıdaki şirketlerle rekabet etmeyip ülke içinde kendi hallerinde olmaları onları kendilerini geliştirmekten alıkoymuştur. Gerçekten de yurt dışından kaynakların sipariş edilip temel teknolojik ürünlerin üretilip halka satılması şirketler için en kazançlı olanıydı.

Darbe ve Özallı Yıllar

Siyasi istikrarsızlık ortamı sonucunda ülkede ikinci bir darbe 1980 senesinde meydana gelmiştir. 12 Eylül Darbesi öncesinde Türkiye ekonomisi sıkıntıya düşmüştür. Ülkede üretim azalmış, karaborsacılık artmıştır. Ülkenin ödenmeyen borçları ve devletçi politikaları uluslararası alandaki itibarını yerle bir etmiştir. Süleyman Demirel ise ekonomik sıkıntıların çözümü için ileride Türkiye siyasetinin merkezinde olacak Turgut Özal’ı başbakan müsteşarlığına atanmıştır. Liberal politikaların savunucusu olan Özal, bir ekiple beraber hazırlamış olduğu kararları başbakana ve hükümeti devirme tehdidi olan orduya sunmuştur. İki taraf da Özal’ı desteklemiştir. Demirel’in de baskısı ile Bakanlar Kurulu Kararlarına itiraz edememiş ve Türk ekonomi tarihini kökten değiştiren 24 Ocak Kararları ilan edilmiştir. Bu politikalar ile günlük kur uygulamasına başlanmış, devlet sınırlandırılmış, TL’ye devalüasyon yapılmıştır. Bu sayede yıldızı parlamış olan Özal, darbeden sonra başbakan yardımcısı olarak atanmış ve 24 Ocak Kararları’nı daha hızlı uygulamıştır. Özal zamanında taban faiz uygulaması kaldırılmış, ithalat ve ihracat serbestlik kazanmış, döviz taşımak, dövizle borçlanmak yasal hale getirilmiştir. Özal dönemi sadece ekonomik anlamda değil, bakış açısı ve ruh anlamında küreselleşmenin ve çağdaşlaşmanın hat safhada olduğu bir dönem olmuştur. Günümüz çağdaş ekonomisi neoliberalizmin ülkemize getirdiği ruh sayesinde oluşmuştur. Bu dönemde sendikalaşmanın azalması ile işçi kesiminin ekonomik büyümeden aldığı pay azalmış ama büyümenin etkisiyle bu fazla hissedilmemiştir.  Önemli iki problem bulunmaktaydı: Serbest piyasa için yeterli kurumlar ve hukuk düzeninin olmayışı, insanların parasını faize yatırmaya başlaması sonrası ülkede yatırımların azalması olmuştur. Özellikle de ikincisi ülkede ekonomik krizlere zemin hazırlamıştır.

5 Nisan Protestoları

90’lı Yıllar

1990’lı yıllar boyunca enflasyon sürekli olarak iki basamaklı olup 1994’teki kriz sonucunda üç basamaklı sayıları görmüştür. Doksanlı yıllar boyunca ekonomi hiçbir zaman parlak olmayıp 1994 Krizi ve 5 Nisan Kararları doksanlı yıllar ekonomisinin sembol olayı haline gelmiştir.

1990’lı yıllar boyunca kamu harcamalarında ciddi bir artış meydana gelmiştir. Bu harcamalar ciddi bir borç yükünü meydana getirmiştir. Giderler gelirlerin üstüne çıkmaya başlamış, kamu harcamalarının GSYİH’ye oranı 1992’de %6 iken 1994’te %11’e ulaşmıştır. İstikrarsızlığın hat safhada olduğu bu dönemde sorunu çözmek için dış kredilere olan teşvik arttırılmak istenmiş, bu sebeple kur fiyatları yüksek tutulmuştur. Zamanla döviz ile yapılan ticari işlemler çok zorlaşmıştır.

5 Nisan 1994 tarihinde ellinci hükümet tarafından 5 Nisan Kararları açıklanmıştır. Bu kararlar sonucunda en temel iki sorun olan dövizdeki tutarsızlık ile aşırı miktardaki kamu harcamaları çözülmek istenmiştir. Kamuya personel alımları dondurulmuş, ek mesai ücretleri yarıya düşürülmüş, TÜPRAŞ, PETKİM, THY gibi kurumlar kısmen özelleştirilmiştir. Emeklilik için gereken prim gün sayısı arttırılmıştır. Merkez Bankası büyük bankanın verileri üstünden kuru hesaplamaya başlamış, TL %38 oranında devalüe edilmiştir. Bazı sektörlerde KDV indirilmiştir. Fakat ekonomik olarak iyi olan insanlar bu durumdan fazla etkilenmeyip üstüne üstlük parasını dolara yatırmış olanlar ciddi düzeyde paralar kazanırken ekonomik durumu kötü olan insanlar döviz kurlarının ve faizlerin yükselmesine bağlı olarak zorluk yaşamaya başlamış, birçok işletme iflas etmiştir.

Erdoğan 2002

2001 Krizi’ne Giden Yol

Doksanlı yılların çözülemeyen en büyük sorunu sağlam olmayan bir bankacılık sistemi ile yüksek enflasyon olmuştur. Hükümet enflasyonla mücadele için planlı bir program oluşturmuş ve IMF’den fon almıştır. Bu girişim ilk başta başarılı da olsa 2000 Kasım ayında bazı bankaların batık olduğunun ifşa olması güveni sarsmış ve banka krizi oluşmuştur. Bu krizin ikinci safhasında ise Cumhurbaşkanı Sezer ve Başbakan Ecevit arasındaki anayasa kitapçığı krizi olmuştur. Ecevit’in yaptığı konuşma borsada ve ülke genelinde kriz ortamını oluşturmuş ve sistem tamamen çökmüştür. Ekonomik sorunların çözümü için Kemal Derviş Türkiye’ye getirilse de koalisyondaki unsurlarla anlaşamaması onun itibarını zedelemiştir.

2001 Krizi ülkede 2002 Seçimleri’nde iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından çözüme kavuşturulmuş ve bu parti ülkede günümüze dek süren yeni bir çağı başlatmıştır.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Her gün ve ay yeni yayınlarımızdan haberdar olabilirsiniz

Gönderdiğiniz için teşekkürler!

bottom of page