Birçoğumuz ortaokul ve lise tarih derslerinde sömürgeciliği görmüş ve ezbere bilgileriyle sınavına girmiştir. Karşılarındaki küçük yaştaki bireylere bunun böyle anlatılması üzerinde anlaşılarak oldukça basit bir şekilde ikisinin de aslında aynı olduğu çıkarımına varılmıştır. Gençlerin sorumlu olduğu daha birçok alana bakınca bunun bu şekilde olmasına dair herhangi bir itirazım bulunmuyor, ancak konunun daha derinine inmek ve karşılaştırma yapma merakı duyan kişilere Türkçe bir şekilde bunu anlatmayı görev edinmemin önünde bir engel de bulunmuyor. İki tarafın zirvelerini gördükleri anlar arasında yüzyıllar olduğu göz önüne alındığında hem dönemsel hem de düşünsel bakımdan illa bir farkın olabileceğini düşünerek bu yazımı kaleme alıyorum. Portekiz ve İngiltere: Coğrafi olarak yakın ama siyasi tarih olarak oldukça farklı geçmişleri, dinamikleri ve sosyolojik yapıları olan iki ülke.
Galiçyalıların Limanı Kontluğu
İmparatorluk olarak addedilmeden önce Portekiz, Emeviler döneminde ele geçirilmiş İberya yarım adasını Müslümanların elinden tamamıyla almak için başlatılmış Reconquista döneminde yalnızca pek de bir iddiası bulunmayan bölgesel bir krallıktı. Günümüz İspanya’sını oluşturan iki krallıktan biri olan Leon Krallığı’ndan ayrılması bir aile kavgası ile bağımsız olma tutkusu ile gerçekleşmişti. Leon Kralı VI. Alfonso, gayri meşru kızını Burgonyalı Henry ile evlendirip kocasına Portekiz kontluğunu vermiş, Henry vefat edince ise oğlu Afonso Leon’lu annesine kaşı gelerek isyan bayrağını çekmiş ve bağımsızlığını kazanmıştı. Bağımsızlığını kazanan Afonso da kendisini en sonunda “Portekiz Kralı” ilan etmişti. Tamamı 1093 ila 1128 yılları arasında geçen olaylar bölgenin kaderini değiştirmişti.
Şu ayrımı yapmak gerekir ki burada bahsettiğimiz “Portekiz” günümüzdeki hali olmayıp bugünkü Portekiz’in yalnızca kuzeyiydi. Zaten “Portugal” ismi de herhangi bir etnik bir terminolojiden gelmeyip Latince’de liman anlamına gelen “portus” ile belki Galiçyalı anlamına gelen “Cale” kelimelerinden oluşuyordu.
“Galiçyalıların limanını” günümüz Portekiz’i yapan ise Afonso’nun bağımsız olma isteği ile Reconquista döneminde kazanılan topraklardır. Güney’e doğru genişleyen ülke, 1492'de yani Reconquista’nın sonunda birleşen Kastilya ve Aragon Krallıklarına katılmamış ve bağımsız kalmayı tercih etmiştir.
Ticaret İmparatorluğu
15. yüzyıl boyunca Portekizli tüccarlar Afrika kıyıları boyunca ticaret yapmaya başlamışlardır. Daha öncesinde zaten bilinen bu yerler, Portekizlilerin buralara koloni kurup daha güvenli ve stabil bir ticaret ağı oluşturmalarıyla farklı bir anlam kazanmışlardır. Portekiz’in ilk kolonisi 1415'te fethedilen ve Cebelitarık Boğazı’ndaki Ceuta’ydı ve buranın ele geçirilmesi Portekiz’in imparatorluk dönemini başlatmıştır.
1498'de Vasco da Gama, yine Portekizli Bartelemeu Dias’ın 1488'de keşfettiği Ümit Burnu’nu geçerek Hindistan’a ulaşmış ve Kolomb’un amacını gerçekleştirmiştir. Vasco da Gama, Portekiz’in yalnızca Afrika değil; Hindistan ve Doğu Asya’yı da içerisine alan etki bölgesini kurmasının yolunu açmıştı. Portekiz’in ürettiği fazla malları bu koloniler sayesinde ihraç eden Portekizliler yerlilerden memleketlerinde bulunmayan baharat ve daha farklı egzotik malları satın almışlardır. Koloniler Portekizlilerin yalnızca fazla ürünlerini sattıkları birer ekonomik aygıt olmakla kalmamışlardır ki yalnızca böyle bir amaçları olsaydı Avrupa’da ticaretlerini yapabilirlerdi. Aynı zamanda Portekizliler ülkelerine yerlilerden daha ucuza aldıkları altını getirmişler, Portekizli olmayan tüccarlara ücret karşılığında kolonilerini açmışlardır. Buna Cartaz sistemi denilmiştir.
Ahlaki Taraf ve Avantajlar
Ücret ve Cartaz Sistemi
Portekizliler, diğer ülkelerin tüccarlarına ücretleri karşılığında kolonilerini açmakla kalmamıştır. Kendileri gibi korsanlık yapan diğer denizcilerin de ücret karşılığında koruyucusu olmuşlardır. Anavatanlarından bin kilometrelerce uzak olan Avrupalı denizciler, kolonilerde bekleyen Portekizli korsanların gemilerinden yararlanmışlardır. Diğer ülkelerin tüccarlarının da bu sisteme dahil olmaları önemlidir, çünkü her tarih dersinde öğrendiğimiz gibi tüccarlar yeni bir rota bulmuştu ve bu rota onları pek de haz etmedikleri Osmanlıları bypass etmelerini sağlıyordu. Kendi dinlerinden olmayan Müslümanların topraklarından vergi vererek geçmek yerine daha verimli ve koloniler gibi güvenlik tedbirleri var olduğunda da daha güvenli yollar Avrupalı tüccarların bu koloni sistemine akın etmelerine neden olmuştu.
Egzotik Ürünler ve Tekeller
Portekiz ve İspanya ileriki yıllarda birçok krallık tarafından da uygulanacak olan krallık tekelleri kurmuşlardır. Portekiz özelinde Hindistan ve Gine için kurulan bu tekeller anavatanda fazlaca talep edilen malları ucuz bir fiyattan satın alıyor ve anavatanda pahalıya satıyordu. Bu yüksek kar marjlı iş öyle kazançlıydı ki 1506 yılında krallığın bütçesinin yüzde 65'ini oluşturuyordu. Yüz yıllık süreçte Portekiz kraliyeti ticareti yavaş yavaş kendi kontrollerine almışlardır. En başlarda bağımsız küçük küçük denizcilerden oluşan kolonyal yapı sonraları tekellerin güç kazanmalarıyla merkezileşmiştir. Aslında tekeller keşif çağının başında kurulsa da o dönemdeki işlevleri Portekiz kraliyetinin temsilcisi olarak vergi toplamak ve kendi başlarına iş yapmaktı, ancak zenginleşme ve güç kazanımıyla birlikte bu tekeller bütün ürünlerin kendi üzerlerinden anavatana gitmesini zorunlu kılmışlar, fahiş vergiler toplamaya başlamışlardır.
Transatlantik Köle Ticareti
Ticaretinin yapıldığı “malların” arasında köleler de bulunuyordu ve Portekizliler kendilerinden sonra yüzyıllar boyunca devam edecek Transatlantık Köle Ticareti’ni de başlatmışlardı.
Kraliyet, Batı Afrikalı yöneticilerle Portekizlilerin “Afrika’da iyi gelişmiş ticari ekonomiye (...) düşmanlıklar yaratmadan (...)” “içine girmesini sağlayan anlaşmalara girmiştir. Anlaşmada “Barışçıl ticaret bütün Afrika kıyılarında kural haline geldi” dense de gerçekte olan şey birkaç istisna dışında şiddetti.
Afrikalı krallıklar da köle ticaretinin içerisindeydi. Birçok kral, kişisel zenginliği için komşu kabilelere saldırıyor ve edindikleri köleleri Avrupalılara satıyordu. Anlaşmalardan da anlayabileceğimiz gibi kural koyucular arasında bu krallar da bulunuyordu ki Mvemba a Nzinga adındaki Kongo Kralı izinsiz şekilde bölgesine giren bir Fransız gemisine el koymuştu.
Afrikalılar ile Avrupalılar arasında gerçekleşen bu ticaretin adil olup olmadığı konusunda günümüzde tartışmalar mevcuttur. Afrikalıların böyle bir ticarete zorlandığını ve daha zengin olan Avrupalıların büyük ölçekte ürünü kendilerinden alırken Afrika’nın işlenmiş ürünlerini de satabildiklerini dolayısıyla da adil olmayan bir ticaretin olduğunu söyleyen Walter Rodney varken diğer tarafta da John Thornton bahsedilen dönemde Afrika ile Avrupa’nın ürettikleri işlenmiş mallar arasında Afrika lehine önemli bir farkın bulunduğunu ve kölelerin satılmasının da bahsedildiği kadar büyük etkiler bırakmadığını söylemektedir.
Amerika kolonilerine ve Transatlantik Köle Ticareti’ne dönecek olursak İspanya ile Portekiz, 1494'te Tordesillas Anlaşması’nı imzalamışlar ve Papalık Dünya’yı iki krallık arasında bölmüştür. 1500 yılında Portekizli Pedro Alvares Cabral tarafından keşfedilen Brezilya tarafının Portekiz’e geri kalan Amerika’nın ise İspanya’ya kalacağı şekilde çizilen bir merdiyenin sınır belirlenmesiyle imzalanan Tordesillas
Anlaşması, günümüzden bakıldığından Brezilya’nın daha küçük bir kısmını Portekizlilere verse de Afrika’nın ve Hint Okyanusu’nun tamamını Portekizlilere veriyordu. Bu, İspanyolların Afrika’dan köle ithal etmek istediklerinde Portekizlilere bağımlı kalmalarına neden olmuş ve Portekizliler bu ticaret ile oldukça zenginlik elde etmişlerdir.
Bu dönemde Üç Köşeli Ticaret (Triangular Trade) denilen bir ticaret ortaya çıkmıştır. Avrupa’dan silah, barut, mühimmat, Hindistan tekstili vb. birçok işlenmiş mallarla önce Afrika kıyılarına giden tüccarlar buradan köle satın alıp Amerika’ya gitmişler ve buradan da Avrupa’da değerli başka bir malı (Şeker vb.) alıp geri dönmüşlerdir.
Medenileştirme ve Entegrasyon
Yazının başlangıcında söylediğim farklar kısmının ticaret ayağını oldukça detaylı bir şekilde anlattıktan sonra bir de perspektif ve ahlaki amacı anlatmanın gerektiğini düşünüyorum.
Portekiz, İngiltere’nin aksine koloni kurduğu ve ileriki yüzyıllarda da işgal ettiği bölgeleri medenileştirmeyi amaçlıyordu. Kendi perspektiflerinden bölge halkı “medeni olmayan” bir varlıkken kendileri onları medenileştirecek bir cömertliğe sahip bir şekilde karşılarına gelmişti. Aslında bu bakış açısı yalnızca söylemden ibaret değil. Portekizlilerin “assimilados” dedikleri “asimile olan” kişiler bir Portekizliyle aynı haklara sahipti. Assimiladosların kendilerini belli bir otoriteye kanıtlamaları gerekiyordu; gerçekten Portekizli gibi mi yaşıyordu, gerçekten sinemaya gidiyor, kahve içiyor veya gazete okuyor muydu? Bu gibi yaşam tarzı tercihleri Portekizlilerin özellikle 20. yüzyılda yerlileri vatandaşlığa alırken baktıkları önemli hususlardı. Fransa ve Portekiz dışında da kimse böyle bir uygulamayı hayata geçirmemişti. Aslında ellerinde Angola ve Mozambik kalmışken girişilen bu politika pek de vadettiği gibi bir sonuç vermemişti. Vatandaş olmak oldukça zordu. 4,392,000 nüfuslu Angola’dan yalnızca 30,089 assimilados, 6,234,000 nüfuslu Mozambik’ten yalnızca 4,353 assimilados vatandaş olmuştu.
İngiltere, hem Roma İmparatorluğundan verimli ve merkezi Roma kurumlarını miras almış hem de kabile üyelerinin sürekli onayına başvuran Germen kabilelerinin demokratik özellikleriyle kurulmuştur. Günümüz Parlamento’su yalnızca Magna Carta’nın imzalanmasıyla ortaya çıkmamıştır. AngloSakson kralları kararlarını Witan adını verdikleri danışma meclisleriyle alıyorlardı. Bu meclisler Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Divanı Hümayun’un aksine bazı durumlarda kralın kararını değiştirten, sürgünden dönen kralı ancak kendi kararlarını onaylamaları halinde kral yapacaklarını belirten kurumlardı. 1016'da İngiltere’yi işgal edip kendini İngiltere Kralı ilan eden Danimarka Kralı Knut da Witan’dan ondan önceki kurallara riayet etmesi karşılığında onay almak zorun kalmıştı. Knut vefat edince sürgünde olan Edward da 1041'de İngiltere’ye döndüğünde karaya çıktığı Hurst Head’te “tüm İngiltere’nin Baronları” kendisini karşılamış ve onu eğer Cnut’un kanunlarını uygularsa kral olarak kabul edeceklerini söylemişlerdi. Witan’ı ve Williamdan sonraki danışma meclislerini ve Parlamento’nun kuruluşunu merak ediyorsanız size Daron Acemoğlu’nun Dar Koridor kitabını öneririm.
Witan ve benzeri kurumlar İngiltere’de kralın mutlak hakim olmasının önüne geçmişlerdir. Kraliyet, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi gibi adımlarla kontrolünü arttırmaya çalışsa da Parlamento bu şirketin Portekiz’de gördüğümüz şekilde sonuçlanmasının önüne geçmeye çalışmıştır ki şirketin anonim bir şirket olarak tüccarların isteği üzerine kurulduğu unutulmamalıdır. Şirket, uzun bir süre faaliyetine devam etse de ürünler üzerindeki tekeli Parlamento’nun kralın fesih yetkisinden vazgeçmesini istemesi üzerine patlak veren İngiliz İç Savaşı’ndan sonra yavaş yavaş sona ermiştir. Amerikalardan önce İngiltere, Hindistan’da tekel kurmaya çalışsa da ticaret Afrika’da ve Hint Okyanusu’nda çoğunlukla bağımsız tüccarlar tarafından yapılmıştır. Aslında tüccarların kraliyetten böyle bağımsız olması bir sorun durumunda krala karşı gelebilmelerinin yolunu da açmıştır ki İngiliz İç Savaşı’na giden yolda en önemli etkenlerden biridir bu.
Amerika’daki İlk Koloni
İngiltere koloniciliği kısmen İrlanda’da başlasa da Avrupa’nın dışında bir yeri kastediyorsak Roanoke Kolonisi ilk denemedir. İkmalin yetersiz olması koloninin başarısız olmasına neden olmuş ve ondan birkaç on yıl sonra Jamestown ilk başarılı koloni olarak karşımıza çıkmıştır. 1607'de kurulan koloni birkaç yıl boyunca ikmal sıkıntıları çekmiş, yerlilerle savaşmış, kışın açlık çekmiş ve bu 1619'da gelecekte ABD’nin kurumsal atası denilebilecek Genel Kurul’un kurulmasına neden olmuştur. Jamestown, Virginia Şirketi tarafından kurulan bir girişimdi ve yerleşimcilerin yönetimde söz sahibi olması ise “çoğunlukla Kuzey Amerikanın nüfusunun az olması dolayısıyla Güney Amerika’daki tarzda geniş işçi sömürge ekonomilerinin kurulamaması nedeniyle gerçekleşebilmiştir” denilebilir.
Jamestown’dan sonra Amerika’da varlığını genişleten İngiliz yerleşimciler kolonilerinde söz sahibi olmaya devam etmişlerdir. En başta Kraliyet; Amerika’da yeni baronluklar, düklükler kurmayı hayal etse de nüfusun az olması gibi daha birkaç etkenle hayalleri suya düşmüştür.
İngiltere ve Portekiz’in Farkları
Büyük Britanya, Kuzey Amerika’yı ele geçirirken İspanya’nın aksine sömürge merkezli değil de anavatanına ucuz hammadde üretimini gerçekleştirmek için, Portekiz’in aksine ise kalıcı idari bir yapı kurarak kolonicilik faaliyetlerini gerçekleştiriyordu. Mahkemeler, AngloSakson hukuk sisteminin özelliklerini taşıyordu ve bu yerleşimcilerin kendi kendisini yargılayabilmesini ve Londra’ya bağımlı olmamaları demek oluyordu.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın ardından Kuzey Amerika’da Karayipler ile Kanada’ya sahip olan Britanya gözünü daha fazla Hindistan’a, Afrika’ya ve Avustralya’ya çevirmiştir. Britanya koloniciliğinin tutumu bölgelere göre değişmiştir. Örneğin Kanada, Avustralya, Güney Afrika gibi anavatandan yerleşimcilerin akın ettiği kolonilerini tarım ve madencilik gibi ham madde iş kolları için kullanmış ve daha kapsayıcı ve demokratik kurumlar ile yönetmiştir ve birçok ada ve ada toplulukları da buna dahildir. Ancak Hindistan, Nijerya ve Afrika’nın geneli gibi yüksek nüfuslu ve değerli mallara sahip bölgelerde daha sömürge diyebileceğimiz yapılar kurmuştur. Bu bölgelerde hukuk ve haklardan yararlanma yalnızca Britanya vatandaşlarına mahsus görülmüştür ve yerli halk büyük ölçüde dışlanmıştır. Britanya, Portekiz gibi kolonilerini ticaret için kullanmış ancak bunu daha çok devlet politikası haline getirdiği “merkantilizm” ile yapmıştır. Kolonilerini hammadde üreticisi olarak değerlendirerek onları işlenmiş mal üretmeye değil de daha çok tarımsal ürün üretmeye zorlamıştır. Portekiz’in aksine de kalıcı olmuştur. 1607'de başlayan süreç 20. yüzyıla kadar devam etmiş ve Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi yerleri kendi anakarasından nüfuslandırmıştır. Portekizliler kolonilerini ticaret yapmak ve yerlileri medenileştirmek için kurarken İngiltere tarafında Virginia Şirketinde gördüğümüz gibi tüccarların koloninin kuruluşu dahil daha çok ön planda olduğu bir yapıdan söz ederken aynı zaman İngiliz Kraliyeti’ni onurlandırma tarafı da bulunmaktadır. Şirketlerin kurucuları dahil birçok önemli kişi kral veya kraliçeden şövalye törenine benzer bir şekilde sembolik bir görevlendirme alıyordu.
Comments