top of page

DOSYA: TAYVAN

Yazarlar: Özcan Vural ve Mustafa İmamoğlu

2021 yılının ilk aylarında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından uluslararası siyaset sıcaklığını yitirirken ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin 3 Ağustos’taki Tayvan parlamentosuna ziyareti Uzak Doğu’da tansiyonu önemli derece arttırdı.

Bu ziyarete yanıt olarak 2021 yılının başından beri Tayvan hava sahasına neredeyse her hafta askeri uçaklarla uçuş düzenleyen Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan adasının dört tarafında Tayvan karasularının da dahil olduğu noktalarda askeri tatbikatlar düzenlemiştir.

Yaklaşık son 70 yıldır Tayvan’ın bağımsızlığını reddeden Çin, Xi Jinping liderliğinde özellikle son yıllarda birçok konuşmasında Tayvan ile birleşmeyi vurguluyor. Çin bunu lanse ederken Rusya Cumhurbaşkanı Putin’in Ukrayna’yı işgalindeki retoriğe benzer açıklamalar yapması bunun benzer bir yöntemle gerçekleştirileceğine dair korkulara sebep olmuştur.

Birçok gazeteci ve kanaat önderi Çin’in son aylardaki tutumundaki sertleşmenin bir sebebi olarak Batı’nın Rusya’yı engelleyememesi ve iki ülke arasındaki savaşın aylar boyu sürmesini göstermektedir. Rusya’nın aksine Çin’in dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve ihracatçısı olması Batı engelleme teşebbüslerinin veya yaptırımlarının yeterli olmamasına yol açacağı düşünülüyor. Bütün ülkelerin Çin’e bağımlı olması Çin’in pozisyonunu Rusya’dan oldukça daha kritik hale getirmektedir.

Peki, sorunlar bugüne nasıl geldi ve durum nasıl?

“Dosya” formatımız uzunca bir yazıdan oluşmaktadır. Konunun tarihine derinlemesine bir incelemekle yapmakla beraber tarihteki olaylar hakkında yorumlar yapıyoruz. Tarihin irdelenmesinin ardında günümüze geliyor ve günümüzdeki olayları tarih ışığında değerlendiriyoruz.

Bu dosyamızda uzunca okumanızı şiddetle önerdiğimiz Çin ve Tayvan tarihinden bahsettik. Tarih bölümünü okumak istememeniz durumunda yazımızın sonlarındaki “Güncel Durum” ve “Sonuç” başlıklarına atlayabilir ve yalnızca son yıllardaki gelişmeleri okuyabilirsiniz.

Tarih bölümünü atlamaya karar verdiyseniz bölümünü çok detaylıca yazmamız dolayısıyla uzunca bir süre aşağıya kaldıracağınızdan dolayı üzgünüz.

İyi Okumalar!

Çin ve Tayvan Tarihi
Formosa Haritası (1640)

Günümüzdeki sorunların nedenlerini daha iyi anlamak için kuşkusuz olayların tarihine bakmak lazımdır. Çin ve Tayvan tarihte yüzyıllar boyunca birlikte yaşamışlardır. Modern bağımsızlığının öncesindeki ismi Formosa olan Tayvan, 17. yüzyılda kısa süreli Hollanda ve İspanya kolonilerinin ardından Tungning Krallığı adıyla bağımsız olmuş, 1683’te Qing Hanedanı toprağı haline gelmiştir. İki yüzyıl boyunca Qing hakimiyetinde kalan Formosa, Birinci Çin-Japon Savaşı’nın ardından 1895’te Japonya’nın hakimiyetine girmiştir.

Japonya’nın 1945’teki teslimiyetine kadar Japonya’nın bir parçası olan Tayvan, sonrasında Çin iç siyasetine dahil olmuştur. 1945’e kadar olan süreci daha iyi anlamak için 1911 yılındaki Xinhai Devrimi ile başlayan süreci anlamalıyız.

Xinhai Devrimi (1911)
“Tek Birlik Altında Beş Irk” Bayrakları

Orta Çağ ve öncesinde dünyanın en zengin yerlerinden biri olan Çin, 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar kendini deniz yoluyla yapılan dış ticarete kapanmıştır. Bunun nedeni olarak Çin’in dış ülkelerden gelecek fikir akımları ve zenginlikten dolayı oluşabilecek yaratıcı yıkım korkusu gösterilebilir. İmparatorlar, bu dış ticaretin mutlakiyelerine ve hakimiyetlerine zarar verebileceği görüşüyle bu politikaları uygularken Çin dünyanın geri kalanındaki hızlı ekonomi büyüme ve sanayileşmenin dışında bulunarak geride kalmıştır. 19. yüzyıla gelindiğinde büyük sanayi gücü Britanya ile Afyon Savaşlarına giren Çin, savaşı kaybederek gümrük kapılarını yabancılara açmak zorunda kalmıştır. Bu dönemde yalnızca gümrük duvarları indirilmemiş, aynı zamanda Çin pazarıyla ticaret yapabilmek için diğer ülkeler tarafından yönetilen uluslararası yerleşimler de kurulmuştur.

Avrupalı güçlerin Çin’i bölüşmesinin tasviri

Bu dönemde imparatorluğun Batı karşısında aşağılanması başlamıştı, ancak yönetici kesim hala dönemin şartlarına uygun olmayan Konfüçyüsçü öğretilerle eğitim almaya devam ediyordu. Nihayet 19. yüzyılın sonu ila 20. yüzyılın ilk yıllarında başlayan reform çalışmaları ile geri kalmışlığın önüne geçilmeye çalışılmıştır. Yapılan reformları muhafazakarlar fazla radikal, reformcular fazla yavaş buluyordu. Sürgündeki devrimciler dahil birçok grup imparatorluğun meşrutiyetle mi cumhuriyetle mi modernize edilmesi gerektiği konusunda tartışıyordu. Takvimler 10 Ekim 1911 tarihini gösterdiğinde Yeni Ordu (Birinci Çin-Japon Savaşındaki yenilgiye karşılık kurulan modern ordu) tarafından düzenlenmiş Wuchang (Wuhan) isyanı patlak vermiş ve devrim kaçınılmaz hale gelmiştir.

Sun Yat-sen

İmparatorluğun birçok kısmında da aynı şekilde isyanların baş göstermesiyle imparatorun henüz çocuk olması nedeniyle ülkeyi yöneten Qing kortu, Geç Dönem Qing reformları ile kurulmuş olan ve Batı tarzı savaş yöntemleri kullanan Beijang Ordusunun lideri Yuan Shikai’ı başbakan olarak atamış ve devrimcilerle görüşmelere başlanmıştır. Nanjing’te devrimciler Geçici Koalisyon Hükümetini kurmuş ve Ulusal Meclisin 1 Ocak 1912’deki kararıyla Çin Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Meclis kararının alınmasında 1905’te kurulan ve sonrasında Kuomintang’a dönüşecek olan yeraltı örgütü Tongmenghui’nin lideri Sun Yat-sen’in önemli bir rolü olmuştur. Devrimcilerin ülkenin kuzeyinde yerleşmiş olan Beijang ordusunu yenemeyecek güçte olmasının anlaşılmasıyla Sun Yat-Sen, altı yaşındaki imparator Puyi’nin 12 Şubat 1912’de tahttan çekilmesiyle Yuan Shikai’ın lehine başkanlıktan istifa etmiş ve Yuan Shikai 10 Mart 1912’deki yeminiyle Başkan olmuştur. Shikai, başkent Nanjing’e gelmek yerine başkenti kendi güç merkezi olan Pekin’e taşımıştır.

Yuan Shikai

Yuan Shikai’ın başkan olmasına rağmen 1916’daki ölümünden önce meşru bir merkezi güç tesis edememiştir. 1913’te Güney valileri, Yuan Shikai’ın büyüyen otoriterliğine karşı isyan etmiş, sert bir şekilde bastırılmış ve sivil valilerin yerini askeri valiler almıştır. Shikai, 1914’ün başında parlamentoyu ve ardından il meclislerini askıya almış, bu nedenle kabinesi kısa bir süre sonra istifa etmiştir. Bu sayede Yuan Shikai, Çin’in fiilen diktatörü haline gelmiştir.

Aralık 1915’te ise Yuan Shikai Çin imparatorluğu olma niyetini açıkça ortaya koymuş ve hanedanını kurarak kendini imparator ilan etmiştir. Bu olaylar Güney valilerinin ayaklanmasıyla “Ulusal Koruma Savaşı’nı” başlatmış, Beijang hükümeti komutanlarının monarşiyi tanımaması belirleyici olmuş ve Yuan Shikai komutanlarını yeniden kazanmak için Mart 1916’da monarşiden vazgeçmiştir. Bu istikrarsız dönem Shikai’ın ölümüyle on yıllar boyu sürecek bir siyasi istikrarsızlık ve bölünmeye neden olacaktı.

Savaş Ağaları Dönemi (1916–1927)
Savaş Ağaları Dönemi Çin (1925)

Savaş ağaları sistemi, 1850 ila 1864 yılları arasındaki Taiping isyanına dayanmaktadır. İsyan döneminde isyancılarla mücadele için imparator, yerel valilere asker toplayabilme ve ordu kurabilmesi yetkisi vermiştir. Bu sayede isyan bastırılabilse de gelecek yüzyılda imparatorluğun bütünlüğünü önemli derecede zarar verecek olaylara sebep olacaktı. Çünkü yetki geri alınamamıştı.

Sistemi birlikte tutan komutanlar arası güçlü bağlar , aile bağları ve askeri birliklere olan iyi muamelelerdi. Savaş ağaları; kendi bölgeleri dışında işgal amaçları pek olmayan, kendi bölgelerinde iktidarını güçlendirmeyi ve sürdürmeyi önemseyen, içgüdüsel olarak şüpheci, dik başlı, kısa vadeye bağlı ve idealist fikirlerden uzak kişilerdi. Katı askeri geçmişleri vardı ve hem askerine hem halka acımasızca davranıyorlardı. Çok azı ideolojiye sahipti.

Beijang Ordusu’nun Çalışması

Bu dönemde merkezi hükümetin var olmaması her konudaki kararların savaş ağaları tarafından alınmasına yol açıyordu, ülke birçok kliğe ayrılmış; vergilerin nasıl toplanacağı, ne kadar toplanacağı, suçların ne olacağı ve nasıl cezalandırılacakları, halka hangi hizmetler verileceği, ne kadar harcanacağı gibi kararlar tamamıyla savaş ağalarının inisiyatifine kalmıştı. Suçluların cezalandırılmasında vahşetler görülebilmekteydi. Sichuan eyaletindeki bir İngiliz diplomat; iki isyancının halka açık şekilde kalplerinin ve ciğerlerinin çıkarılarak, diğer iki isyancının yakılarak ve diğerlerinin de parçalara ayrılarak öldürüldüğüne tanık olmuştu. Savaş ağalarından Zhili kliğinden Wu Peifu demiryolu işçilerinin grevlerini idam cezalarıyla engelliyordu.

Savaş ağaları kişisel sadakate büyük önem vermişlerdi. Ancak ast subaylar genellikle “gümüş mermi” olarak bilinen rüşvet karşılığında komutanlarına ihanet edebiliyor ve savaş ağaları da sıklıkla müttefiklerine ihanet ediyordu. Uyum siyaseti hakimdi, bir ağa çok güçlendiğinde diğer ağalar ittifak yaparak güçlenen ağanın gücü azaltılıyordu.

Kuomintang’ın Kuruluşu ve Kuzey Seferi (1926)

Ülkenin güneyi başından beri Beijang hükümetine muhalifti, Yuan Shikai’ın ölümünden sonra da Pekin’deki politik merkeze karşı direnmişlerdi. 1917’ye gelindiğinde Sun Yat-sen, Anayasal Koruma Hareketi ile ülkenin güneyindeki Guangzhou kentinde yeni bir hükümet kurmuştur. Bu hükümetin amacı Kuzey’deki Beijang hakimiyetine direnmekti, ancak hükümet tam anlamıyla güce sahip değildi. Desteğini savaş ağalarından alıyordu ve bu savaş ağalarının amacı da kendilerine meşruluk kazandırmak, aynı zamanda Beijang’a karşı direnmekti. Sun Yat-sen gibi ideolojik bir amaçları yoktu. Beijang hakimiyeti Sun Yat-sen ile savaş ağalarını birleştiren etkendi.

Bu birliktelik kısa sürmüş ve Temmuz 1918’de Sun’ın fazla güce sahip olduğunu düşünen güneyli komutanlar Sun’ı sürgüne yollamıştır. Sürgündeyken Sun, Çin Milliyetçi Partisini, diğer adıyla Kuomingtang’ı, kurmuş ve parti ile Chen Jiongming’in yardımıyla kendisini sürgüne yollayan komutanlarla savaşıp Guangxi ve Guangdong bölgelerini ele geçirmiştir. Bunun sonucunda Chen ve Tang Shaoyi’nin muhalefetine rağmen kendini geri kalan parlamentoya “olağandışı Başkan” seçtirmiştir. Tang bölgeden ayrılırken Chen, Zhili kliğiyle Sun’ı devirip kendini bölgenin valisi yapmak için anlaşma yapıyordu.

Planının ortaya çıkması nedeniyle Chen’in uzaklaştırılmasıyla Sun, sürgünden geri dönmüştür. Geri dönüşü ile birlikte parti, Leninist demokratik sosyalist bir çizgide yeniden organize edilmiş ve Çin Komünist Partisi ile Birleşik Cephe (United Front) adıyla bir ittifak kurmuştur. Bu ittifaka tarihte Birinci Birleşik Cephe denmektedir. İttifakın üyesi Çin Komünist Partisi, Şangay’da 1921’de kurulmuştu ve yalnızca 50 üyeye sahipti.

Sun Yat-sen Guangzhou’da (1924)

Sun, bölgenin batısındaki Yunnan bölgesiyle birleşme görüşmeleri yapmaya gitse de bunu tamamlayamayarak kanser nedeniyle ölmüştür. Tang Jiyao, iktidar boşluğunu fırsat bilip partinin liderliğini ele geçirmeye çalışmıştır. Aslında Tang kendini devrimin liderlerinden biri olarak görüyor ve devrimin kendi yönetimi altına yapılmasını istiyordu. Sun ile arası iyiydi, ancak Sun’ın onu yardımcı generalissimo yapıp Hu Hanmin’i vekil generalissimo yapması Tang’ı sinirlendirmişti. Bu nedenle de Kuomintang’ın başına Sun’ın ölümünden sonra Tang değil, Hu Hanmin geçmiş ancak o da birkaç ciddi suçlamayla görevden alınmıştır. Tang ile Kuomintang yönetimi arasındaki gerilim, Yunnan-Guangxi savaşına sebep olup Chiang Kai-shek gibi komutanların yönetimiyle sonlanmıştır. Bunlara Kuomintang içerisindeki ilk iktidar oyunları denebilir.

Dış Güçlerle Savaş Ağalarının Çin halkına olan zulmününün tasviri

İlerleyen yıllarda Kuomintang, Çin’in her yerinden destek topluyordu. Yıllar boyunca savaş ağaları altında sefalet ve korku çeken Çin halkı, birleşmiş ve refah sahibi bir Çin umut ediyordu. Normalde diğer savaş ağalarına göre askeri gücü çok az olan Kuomintang’ı yıllar içinde güçlendiren de buydu. Elindeki birleşmiş Çin davası kitleleri kendinde toplanmasını sağlıyordu. Ülkenin dört bir yanında acımasız cezalar uygulayan, işçilerin haklarını gözetmeyip haklarını talep ettiklerinde idam eden, halktan topladıkları vergilerle kendilerine konaklar yaptırıp sefa içinde yaşayan savaş ağalarından bıkmışlar ve bir kurtuluş aramaya başlamışlardı. Özellikle bu durum ve şikayetler, 30 Mayıs 1925’te tarihe 30 Mayıs Hareketi olarak geçecek anti emperyalist bir işçi protesto hareketinin düzenlenmesini sağlayacaktı. Protesto Şangay’ın uluslararası yerleşimler bölgesinde yapılmıştı ve polis ateş açmıştı. Zhili Bu dönemde Çin Komünist Partisi (ÇKP) ile Çin Milliyetçi Partisinin (Kuomintang-KMT) kurduğu Birleşik Cephe de davaya verilen önemi gösteriyordu. Birbirlerine zıt iki taraf bir dava için birlik kurmuşlardı. Bu birlik, toplumu arkasında toplamak için biçilmiş kaftan olsa da birliğin ayakta tutulması için sefaletten ve güç arzusundan dolayı radikalleşen tarafların olağanüstü şekilde ödünler vermesi gerekiyordu. Birbirine böylesine zıt iki taraftan birinin hayatta kalacağı kesin gibiydi ve şansları olduğunda birbirleriyle savaşa girişeceklerdi. Yalnızca şu anda gelecek yıllarda Almanya ile Sovyetler Birliği’nin Batı’ya karşı birleşmesi gibi yalandan el sıkışıyorlardı.

1912'de Sun Yat-sen, Beş Irk Bir Birlik Altında Bayrağı ve Mavi Gökyüzü’nün Üstünde Beyaz Güneş Bayrağı (Kuomintang Bayrağı) önünde duruyor.

Sun, Batılı güçlerinden Kuomintang’ı tanımaması nedeniyle Ocak 1923’te Sovyetler Birliği ile de ittifak içerisine girmiş, ittifak kapsamında finansal ve askeri yardımın yanında Mikhail Borodin liderliğinde politik ve askeri Sovyet liderleri de KMT’ye destek olarak gönderilmişti ve bunun üzerine KMT’ye komünistlerin parti çizgisine sadık kalma şartıyla bireysel olarak katılımına izin vermişti. Aynı yıl Chiang Kai-Shek, teğmenlerinden biriyle birkaç ay eğitim almak için Moskova’ya gitmiş, eğitiminden döndükten sonra da Kuzey Seferinde görev yapacak subayları yetiştiren Whampoa Askeri Akademisinin başına geçmiştir. Akademi, Sovyetler Birliği tarafından hem finansal hem de ekipman açısından desteklenmiş olup Akademiye ÇKP üyeleri de eğitim görmekteydi.

Kuzey Seferi (1926)

Birleştirici bir figür olan Sun Yat-Sen’in Mart 1925’teki ölümü, hem ÇKP ile Kuomintang’ın Birleşik Cephe adıyla kurduğu ittifaka zarar verecek hem de Koumintang’ı sağ ve sol olarak ayrıştıracak bir dönemi başlatmıştır. Solcu üyelerin parti çizgisinden çıkmaya başlayınca sağcı üyeler Sovyetler Birliği’nin ÇKP’yi kullanarak KMT’yi yok etmeye çalıştığından şüphe etmeye başlamışlardır. Sol kanat, partinin kuruluşunda çok üyeye sahip olmayan ve sağ kanatın destek olarak görebileceği bir çoğunluğa sahipti. 1922’de 300 üyeye sahiplerdi, 1925’te ise anca 1.500’e kadar çıkabilmişlerdi. KMT ise 1923’te 50.000 üyeye sahipti. Küçük azınlıklarına rağmen Sovyetler Birliğinin yardımıyla sol kanat Kuzey Seferi aleyhine açıklamalar yapmaya başlamış ve hatta buna karşı karar bile çıkarmıştır. Sol kanatın faaliyetlerini gören Chiang Kai-Shek, 20 Mart 1926’da Kuzey Seferi için kurulan Ulusal Devrim Ordusunun içindeki komünist kesimleri temizleyen ve adını romanize edilmiş Guangzhou kentinin isminden alan Kanton Darbesini yapmış ve yönetimi ele geçirmiştir. Yönetimi ele geçirmesiyle sol kanatın muhalefetine rağmen amacı Çin’i yeniden birleştirmek olan Kuzey Seferini 9 Temmuz 1926’de başlatmıştır.

Aynı dönemde kendi treninde yolculuk yapan Zhang Zuolin’in Huanggutun istasyonunda Japon İmparatorluk Ordusunun bir kolu olan ve Japonya’nın Çin’deki faaliyetlerini yaptırdığı Kwantung ordusu tarafından düzenlenen bir patlamada ölümü Beijang hükümetini parçalamıştır. Zoulin, 1927’den beri Beijang hükümetinin başkanıydı. Aslında Zoulin de Japonya’dan destek alıyordu, ancak Japonlar gelecekteki Mançurya planlarının önünde bir engel teşkil edebileceği düşüncesiyle onu ortadan kaldırmaya karar vermişti. Bu patlama sonucunda hükümet, Zhili ve Fengtian kliklerine bölünmüştür.

Zhang Zhoulin’in Suikasti, Huanggutun İstasyonu

Hükümetten ayrılan Zhili kliğine saldıran Ulusal Devrim Ordusu (NRA), savaşları kazanarak Çin’in ortasında ve doğusunda hakimiyet kurmuştur. Bunun sonrasında Guominjun ve Yan Xishan ile ittifak kurmuş ve Fengtian kliğine saldırılmıştır. Aslında bahsedilmekte olan klikler uluslararası güçler tarafından da desteklenmekteydi. Fengtian kliği Japonya tarafından, Zhili kliği Batı tarafından, Kuomintang Sovyetler Birliği tarafından desteklenmekteydi.

Çin’in kuzeyinde bulunan ve bir bölümü yarımada olan Shandong bölgesinin ele geçirilmesi ile bölgenin başkenti olan Jinan’da Japon Ordusu ile NRA arasında 1928’de Jinan olayı gerçekleşmiştir. Japonya, Kuzey Seferinin kendi ticari çıkarlarını tehdit edebileceği düşüncesiyle bölgeye asker yollamıştı ve bu askerler Japon konsolosluğu çevresinde toplanmıştı. Aslında asker yollamasının görünürdeki nedeni geçmiş yıl Şangay’da ÇKP tarafından yapılan yağmalamalardı. NRA’nın şehri ele geçirmesiyle Japonya ile NRA arasında gerilim gerçekleşmiş ve gerilim silahlı çatışmaya dönüşmüştür.

Jinan’daki Japon Konsolosluğu

Çin’in güneyi, ortası, doğusu ve kuzeyindeki Shandong bölgesini ele geçirmesine rağmen Kuomintang’ın uluslararası olarak tanınması için devrim sonrası Beijang hükümetinin başkenti olan ve bu dönemde Fengtian kliğinin başkenti olan Pekin’i ele geçirmesi gerekliydi ve aynı yı Kuomintang’ın müttefiki Yan Xishan, Pekin’i ele geçirmiş ve bunun üzerine Zhang Zuolin’in ölümünün ardından Fengtian kliğinin başına geçen Zhang Xueliang, Kuomintang’ın otoritesini kabul etmiştir. Bu şekilde Kuomintang, Pekin’i ele geçirerek uluslararası olarak Çin’in temsilcisi olarak tanınmıştır.

12 Nisan Temizliği ve Kuomintang’ın Bölünmesi

Tasfiyeler sırasında komünistler toplanıyor

Kuzey Seferinin gerçekleştiği 1927 ve 1928 yıllarında Çin’in bugünkü halinin yolunu açan gelişmelerden birkaçı gerçeklemişti. Tarihe 12 Nisan Temizliği veya Şangay Katliamı olarak geçen temizlikte Çin Komünist Partisi ve Birinci Birleşik Cephenin sol kesimleri şiddetli bir şekilde bastırılmıştır, bu Birinci Birleşik Cephenin sonu demekti.

Katliamın öncesinde KMT sol kesimin muhalefetine rağmen Seferi başlatmıştı ve sefer boyunca sol kesimden eleştiriler gelmeye devam ediyordu. Mart 1927’deki Kuomintang’ın ikinci parti kongresinde yine Sefer aleyhine kararlar alınmış ve Chiang Kai-Shek’in gücü kısıtlanmıştı. Kongrenin ardından partinin ikiye ayrıldığı net bir şekilde görülebiliyordu. Bu dönemde Sovyetler Birliği, ÇKP’ye para ve casus yollamıştı, çünkü Sovyet yardımı olmadan ÇKP’nin kazanmasına olanak yoktu. Dönemin kayıtlarına bakılınca tüm Çin’deki komünist partilerin üyelerinin toplamı anca 10.000’i bulabiliyordu ve bunlar da başarıya ulaşamamıştı.

Kuzey Seferi sırasındaki durum

1927’nin başında KMT-KÇP düşmanlığı devrimci saflarda bölünmeye yol açmıştı. ÇKP ve KMT’nin sol kanadı, hükümeti Guangzhou’dan Ocak 1927’de Wuhan’a taşımaya karar verip 1 Mart’ta Chiang Kai-shek’in komutasının üstünde Askeri Komisyon kurup gizlice Chiang’i tutuklamayı planlayınca iki kesimin liderleri arasında bağlar tamamıyla kopmuştur. Chaing, tutuklama planını öğrendiği an büyük ihtimalle ÇKP’yi KMT’den ayırmaya karar vermiştir.

Wang Jingwei

ÇKP ile KMT’yi resmi olarak birbirine düşman haline getiren olaylar Şangay’da başlamıştır. NRA’nın ilerleyişini duyan Şangay’daki komünistler savaş ağalarına karşı isyan planlamış ve 21–22 Mart’ta KMT ve ÇKP sendika yöneticileri tarafından silahlı isyan başlatılıp Zhili kliğinin kontrolündeki Şangay ele geçirilmiştir. Sendikacılar, 1863 yılında kurulan uluslararası yerleşimler hariç Şangay’ın tamamını ele geçirmiş ve buralarda yabancıların dükkanlarına ve mallarına saldırıp yağmalamıştır. Bunun üzerine KMT’nin sağ kanadı ve Batılı güçler komünistlerin yükselişinden endişelenmeye başlamışlardır. Komünistler, uluslararası yerleşimlerin Çin’e teslim edilmesi için günlük öğrenci protestoları ve işçi grevleri düzenlemeye devam etmişlerdir. NRA’nın Şangay’ı kontrol altına almasıyla 2 Nisan’da KMT’nin Merkezi Kontrol Komisyonu, KÇP’nin devrim karşıtı ve Çin’in ulusal çıkarlarını zedelediği gerekçesiyle tasfiye edilmesi gerektiğini gizlice onayladı.

5 Nisan’da KMT’nin sol kanadının lideri Wang Jingwei, Şangay’a giderek ÇKP liderleriyle Chiang ve KMT’nin diğer liderlerinin düşüncelerinin askine Kuomintang’ın işbirliği içerisinde olacağına dair ortak bildiri yayınlamıştır. Bunun üzerine Chiang, 9 Nisan’da Şangay’da sıkıyönetim ilan etmiş, yeraltı dünyasıyla anlaşma içerisine girip 11 Nisan’da tüm bölgelerde komünistlerin tasfiye edilmesine dair gizli bir emir yayınlamıştır. Bu sırada Merkezi Kontrol Komisyonu da “Partinin Korunması ve Ulusal Kurtuluş” adında bir bildiri yayınlayarak ÇKP ile işbirliğinin devam ettiğine dair yayınlanan bildirinin geçersizliğini ilan etmiştir. 12 Nisan’da Şangay’daki komünistlerin ofisleri basılmıştır. Bunun üzerine komünistler olağanüstü toplanarak Chiang’i kınamış ve herkesi protestoya çağırmıştır. Yapılan protestolara karşı ateş açılmış ve 100’den fazla kişinin ölümüne neden olunmuştur. Bazı kaynaklar 1.000 komünistin tutuklandığını, 300’ünün idam edildiğini, 5.000’den fazlasının kayıp olduğunu ve toplamda 5.000 kişinin öldürüldüğünü söylemektedir.

Zhili kliğinin yenilgisi sonrasında Çin’in durumu

Sun’ın ölümünden sonra ayrışmaya başlayan KMT, Şangay Katliamı sonrasında ikiye bölünmüştür. Kuomintang Merkez Komitesi Chiang’i Sun Yat-Sen’e karşı hain olarak niteleyerek kınamıştır. Bunun üzerine Chiang Kai-shek, 18 Nisan’da Ninjing’te muhalif bir hükümet kurmuş ve bu ikili hükümet dönemini başlatmıştır. Bundan böyle KMT’nin sol kanadına komünistler, sağ kanadına da milliyetçiler denmeye başlanmıştır. İkili hükümet dönemi uzun sürmemiş ve Mayıs 1927’de milliyetçi generaller, Wuhan hükümetine saldırmışlardır. 1 Haziran’da Stalin, Wuhan’daki komünistlere telegram yollarak köylü ve işçilerden oluşan bir ordu kurmaya çağırmış, bunun üzerine Wang komünistlere karşı olan tavrını değiştirmiştir.

Çin Komünist Partisi, 1 Ağustos 1927’de Wuhan’ın Nanchang şehrinde milliyetçi hükümete karşı ayaklanma düzenlemiş ve iktidarın silah kullanarak ele geçirilmesi gerektiği kararını almıştır. Nanchang ayaklanması Wuhan hükümeti tarafından bastırılmıştır. Ayaklanma Kızıl Ordunun oluşumuna zemin oluşturmuştu. ÇKP’nin güçlenmesinin görülmesi üzerine Ağustos ortalarında KMT’ın iki kanadı ÇKP’ye karşı birleşmiştir.

Uzun Yürüyüş’ten bir fotoğraf

Gelecekte Kızıl Orduya dönüşecek olan ordu, isyancı NRA birliklerinden oluşuyordu ve Ağustos ile Eylül ayları boyunca ülkenin güneyindeki bazı bölgeleri ele geçirmişti, ancak NRA tarafından kısmen bastırılmıştır. Eylül ayında Wang, Wuhan’ı terk etmek zorunda kalmış ve bunun üzerine Kasım ayında Şangay’a giden Chiang tarafından davet edilmiştir. Mao Zedong ise tarih sahnesine başarısız Sonbahar Hasadı Ayaklanmasıyla çıkmış ve yenilgi nedeniyle Jinggang Dağlarına çekilmiştir. Aralık ayında Kuomintang’ın kurulduğu Guangzhou’da KÇP tarafından ayaklanma düzenlenmiş, fakat iki gün sonra şehir milliyetçiler tarafından ele geçirilmiştir. 16 Aralık’ta ise Wang ülkeyi terk ederek Fransa’ya gitmiştir.

Kuomintang’ın ikiye ayrılması ve ÇKP’nin devrim kararı sonrasındaki olayların ardından bir önceki bölümdeki gibi ülkenin kuzeyinde başarılar elde edilmiş ve Pekin ele geçirilip Fengtian kliğinin bağlılığı sağlanmıştır. Pekin’in ele geçirilmesi ve Mançurya’da otoritenin sağlanmasıyla Kuomintang uluslararası olarak tanınmıştır. Bu dönemde Kuomintang’ın iç siyasetinde bölünme mevcutken Çin’in iç siyasetinde Kuomintang bütünlüğü sağlayabilmiştir.

1911’de demokratik bir cumhuriyet uğruna başlayan devrim, ilk yıllarında yıkılan imparatorluğun askeri gücünü elinde tutan savaş ağalarının en güçlüsü Yuan Shikai’ın kontrolüne geçmiş, kendi imparatorluğunu kurmaya çalışırken ülkenin diğer bölgelerinin isyanıyla karşılaşarak başarısız olmuş ve ölümüyle ülke birçok parçaya bölünmüştür. Bölünen Çin’de devrim kahramanı Sun Yat-sen ülkenin güneyinde yeniden tarih sahnesine çıkmış ve güçlüklere rağmen otoritesini tesis etmiş, birbirine zıt iki kutbu bir dava çevresinde birleştirerek yıllardır bölünmüş olan ülkelerini birleştirmek üzere hazırlanmaya başlamışken vefat etmiştir. Tüm ülke tarafından tanınan ve kesimleri birlikte tutan Sun Yat-Sen’in vefatı ile kesimler arası anlaşmazlıklar, çatışmalar, entrikalar başlayarak sonucunda on yıl boyunca iç savaşın süreceği bir dönem açılmıştır.

Birinci Çin İç Savaşı
Komünist İsyanları

Geçmiş on yılda Kuomintang ile Birleşik Cephe altında ittifak kuran sol kesimler, 12 Nisan katliamı sonrasında ÇKP ile KMT sol kanadının ittifaktan ve Kuomintang’tan ayrılmasıyla çeşitli örgütler altında ayaklanmalar düzenlemişlerdir. Ayaklanmaların her biri kendi bölgelerinde sovyetler kurmuştur. Ülkenin genel olarak ortasına ve güneyinde çıkan bu ayaklanmalarla yıllar boyunca savaşılmıştır.

Aynı dönemde Kuzey Seferinin 1928’de bitmesiyle Kuomintang askerisizleşmeye ile ilgili bir askeri konferansta fikir birliğine ulaşamamış ve askerisizleşmeye muhalif savaş ağaları olan ve Kuzey Seferinde büyük desteklerde bulunmuş Yan Xishan, Feng Yuxiang, Li Zongren ve Zhang Fakui iletişimlerini keserek Kuomintang’a karşı ittifak kurmuşlardır. Orta Ova Savaşı olarak tarihe geçen bu çatışma sonucunda Zhang Xueliang ve Kuzeydoğu Ordusunun savaşa sonradan katılmasıyla savaş ağları kaybetmiştir. 1930 yılının Mayıs ayından Kasım ayına kadar süren çatışma ÇKP’ye karşı olan savaşı uzatmış ve Kuzeydoğu Ordusunun Mançurya’dan çekilmesiyle Mançurya’daki askeri varlık zayıflamıştır. Askeri varlığın zayıflaması daha öncesinde Zhang Zoulin’i suikast sonucu öldüren Japonların bölgeye müdahale etmesini doğurmuştur.

Çin delegeleri Milletler Cemiyetinde kaza konusunda açıklamada bulunuyor

Çin Komünist Partisinin ayaklanmalarıyla mücadele için bir dizi “Kuşatma Seferleri” düzenlenmiştir. Bu seferlerin ilk ikisi başarısız olmuş, üçüncüsü ise Japonların Mançurya işgalini başlatmak için düzenledikleri Mukden Olayı ile iptal edilmiştir. Japonlar, Mançurya’da büyük ölçekli bir işgal düzenlemek için Japon şirketi Güney Mançurya Demiryolunun bir trenini Mukden şehrinde Çin’i suçlu göstermek için patlatmış, bunun sonucunda da Mançurya’yı işgale başlamıştır. Eylül 1931’de başlayan savaş Şubat 1932’de Mançurya’nın tamamen işgal edilmesiyle bitmiş ve Mançurya’da Japon kuklası bir devlet kurularak başına 1911’de devrildiğinde daha çocuk olan Puyi getirilmiştir. Mançurya’yı özel yapan durumlardan biri barındığı askeri fabrikalardı. Kuomintang içerisinde Chiang Kai-Shek, işgalden ötürü suçlanmış ve istifa ettirilmiştir. Sonrasında Askeri İşler Komisyonu kurularak başına geçmiş ve aralıklı olarak resmiyette hükümetin başına geçmeye devam etmiştir. Milletler Cemiyetinin yaptığı bir soruşturma sonucunda Japonya’nın planı anlaşılmış ve Japonya kınanmıştır. Buna cevap olarak Japonya, Milletler Cemiyetinden ayrılmıştır.

Uzun Yürüyüş’ün Rotası

Kuşatma seferlerinin yılın devamında devam etmesiyle ilk başta başarılı olunsa da dördüncü seferde NRA, uçsuz bucaksız kırsal bölgelerde yenilgiye uğrayıp yerini tutamamıştır. Chiang, en sonunda Hitler’in iktidara gelmesinin ardından iyileşen Çin-Almanya ilişkileri dolayısıyla yapılan işbirlikleri sonucunda beşinci seferi düzenlemiştir. Sonucunda ise Uzun Yürüyüş adı verilen ve bir yıl süren Kızıl Ordunun NRA’nın cephedeki güçsüz ve boş yerlerinden faydalanıp Çin’in orta bölgelerinden ayrılarak kuzeyindeki Shaanxi bölgesine 12.500 kilometrelik uzun bir geri çekilme yaşanmıştır. Bununla birlikte Birinci Çin İç Savaşında durağan bir döneme girilmiş olup Uzun Yürüyüşteki liderliği ile Mao Zedong’un güçlenme dönemi başlamıştır.

Böylelikle Japonya Mançurya’yı ele geçirirken Chiang Kai-shek ÇKP’yi Çin’in bereketli arazilerinden koparıp dağlara sürmüştür. Chiang bu tutumuyla bazıları tarafından eleştirilmektedir. Eleştirilmesinin nedeni Çin’in bütünlüğü yerine komünistlerle mücadeleyi seçmesidir.

Çin-Japon Savaşı
Japon İşgali

12 Aralık 1936’da Chiang Kai-Shek, Japonlar tarafından suikast ile öldürülen Zhang Zoulin’in oğlu Zhang Xueliang ile Yang Hucheng tarafından tutuklanmış ve buna Xi’an Olayı denmiştir. Tutuklama sonucunda Chiang’in “Önce iç barış, sonra dış direniş” prensibine karşı çıkılarak Japonlar ile mücadele için ÇKP ile ittifak kurulması konusunda uzlaşmaya ulaşılmıştır. Çin Komünist Partisi ile Çin Milliyetçi Partisinin ittifakı İkinci Birleşik Cephe olarak adlandırılsa da ittifak daha çok sözdeydi.

Chiang Kai-shek ve Mao Zedong Barış Konferansında

Japonya’nın 7 Temmuz 1937’de Marco Polo Köprüsü Olayı ile başlattığı İkinci Çin-Japon Savaşında ittifakın tarafları arasında organizasyon zayıftı. Partiler bölgesel avantaj için rekabet ediyorlardı. Bu gerilim en sonunda 1940’ın sonu ile 1941’in başında Chiang’in Kuomintang güçlerinin kışkırtılması ve taciz edilmesi nedeniyle ÇKP’nin Anhui ve Jiangsu bölgelerindeki ordularının bölgeden ayrılmasını talep etmesiyle gün yüzüne çıkmıştır. Bu ordular itaat etmiş ancak ertesi yıl tahliyeleri sırasında pusuya düşürülerek binlerce ölüme yol açılmıştır. Bu da İkinci Birleşik Cephenin sonu anlamına geliyordu. ABD’nin ve Sovyetler Birliğinin araya girmesiyle iç savaş önlenmiş ancak taraflar birbirleriyle alakalı propagandalarını sertleştirmişlerdir.

Kuomintang, Çin’in resmi temsilcisi olması nedeniyle Japonların ana saldırılarını göğüslüyordu. Komünistler de gerilla taktikleriyle Japonların arkalarına sarkıyor ve yerel halkın desteğini topluyorlardı. Savaş komünistlerin yararına olmuş, Kuomintang’ı ağır kayıplara uğratmış ve güçsüzleştirmiştir.

Sovyetler Birliği’nin Mançurya İşgali

Japonya’nın Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan atom bombalarının ardından teslim olması ve barış anlaşmasının iki tarafın da katılımıyla imzalanmış olmasıyla ufukta bir iç savaş görünüyordu. Japonya’nın ele geçirdiği toprakların Kuomintang’a yakın olanları Kuomintang tarafından ele geçirilse de ülkenin kuzeyinde Kuomintang’ın Japon askerlerine kendilerini beklemelerini hatırlatmalarına rağmen komünistler Sovyetler Birliğinin de geniş çaplı harekatıyla Japon askerlerini teslim alıyor, teslim olmayanlara da saldırıyordu. Sovyet yardımı belirleyici olmuştu. Sovyetler Birliği Mançurya’ya düzenlediği harekatta elde ettiği topraklarla birlikte Japon ordusunun mühimmatını ÇKP’ye teslim etmişti. Kuomintang kilit bölgelere asker yollasa da durum çok geçti, çünkü komünistler kırsal alana hakimlerdi.

İkinci Çin İç Savaşı'nın İlk Saldırısı
İkinci Çin İç Savaşı

Çin-Japon Savaşından komünistler önemli derecede güçlenerek çıkmıştır. Askeri güçleri 1,2 milyon, militan sayıları ise 2 milyonu bulmuştu ve toplamda 3,2 milyonluk bir askeri varlığa sahiplerdi. Chiang Kai-shek, sürekli olarak Sovyetler Birliği’nin Mançurya’dan hemen çekilmesi için isteklerde bulunsa da Sovyetler Birliği ÇKP’nin yerlerine geçmesini bekleyip çekilmeyi seçmiştir. Bu şekilde Çin’in kuzeydoğusunda kontrolü ele geçiren ÇKP hem önemli derece kaynak ve güç elde etmiş hem de partinin içindeki Çin’i geniş çaplı bir savaşla ele geçirmeyi savunan kesimler güçlenmiştir.

Komünistlerin NRA’yı Pekin ve Shandong’a itmesi

ÇKP ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundan bir harekat düzenleyerek Çin’i ele geçirme planını hayata geçirirken aynı zamanda toprak reformunu vaat etmiştir. Bu topraksız ve yoksul çiftçilerin ÇKP’nin arkasında toplanmasına neden olmuştur. Örneğin Huaihai seferinde ÇKP 5.430.000 köylüyü mobilize edebiliyordu. Amerikalı subaylar bu dönemde Mançurya’nın bazı bölgelerine yerleşen Kuomintang birliklerindeki yolsuzlukları görerek savaşın komünistler tarafından kazanılacağını tahmin etmişlerdi bile.

Komünistlerin Pekin’i kuşatmaya alıp Shandong bölgesini ele geçirmesi

İki tarafın dünya savaşı sonrasındaki görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlamasıyla günümüzde ÇKP tarafından Kurtuluş Savaşı olarak anılan ikinci iç savaşın askeri etabı başlamıştır. 20 Temmuz 1946’da Chiang Kai-Shek 1,6 milyon askeri varlıkla Çin’in kuzeyine saldırmıştır. Mart 1947’de ÇKP’nin başkenti Yan’an ele geçirilmiş ancak yılın sonuna doğru gerçekleşen karşı saldırı ile Kuomintang Pekin ve Shandong’a geri çekilmek zorunda kalmış, 1948–49 kışında iki bölge de kaybedilmiştir. 1949 yılı boyunca da Kızıl Ordu güneye yönelerek Çin’in büyük bölümünü kontrol altına almıştır. 1 Ekim 1949’da Mao Zedong, Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir.

Komünistlerin Güney’e Saldırısı
Kuomintang’ın Güney’e ve sonrasında Tayvan’a çekilişi
28 Şubat Olayı (1947)

Tayvan’da binlerce insan, 28 Şubat 1947 tarihinde Kuomintang’ın kötü yönetimine ve yolsuzluklara karşı isyan etmek için sokağa çıkmış ve Monopoly Berau binasının önünde toplanmışlardır. Binanın envanterinde kibrit, sigara gibi çok sayıda yanıcı madde de bulunuyordu. Bunun üzerine protestocular bu eşyaları sokağa yığıp yakmışlardır. Bu olaylara sessiz kalmayan Kuomintag hükümeti isyanı bastırma emri vermiş ve dönemin valisi Chen Yi ve Chiang Kai-shek önderliğinde 28 Şubat — 16 Mayıs arasında 18.000–28.000 arasında insan katledilmiştir. Bu olay Tayvan’ın modern tarihindeki en önemli olaylardan biri olarak kabul edilir ve Tayvan Bağımsızlık Hareketi’nin ateşini yakan olaylardan biridir. Bu olayın yaşanmasında politik yozlaşma, ayrımcılık, ekonomik kısıtlamalar, sosyal ve etnik farklılıklar da etkili olmuştur.

Kuomintang’ın Tayvan’a Çekilişi

Kuomintang, 1949 yılı boyunca geri gelişmiş ve defalarca başkent değiştirmek zorunda kalmıştır. En sonunda Aralık 1949’da Chiang Kai-Shek, Taipei’i geçici başkent ilan etmiş ve hükümetin Çin’in tek meşru hükümeti olduğunu iddia etmeye devam etmiştir.

1950 yılı boyunca komünistler anakaranın tamamını ve anakaraya yakın olan Hainan, Wanshan ve Zhoushan adalarını ele geçirmiştir. Tayvan’a geri çekilemeyen Kuomintang birlikleri ise gerilla savaşına başlamıştır.

Kuomintang Çin’i birleştirme gayesiyle birçok çıkar grubunu kendinden uzaklaştırmış, Chiang Kai-Shek kendi etrafında bir rejim kurmuştu. Komünistlerin kazanmasının arkasında yatan nedenlerden biri de ellerinde bulundurdukları dava ve radikallikleriyken aynı zamanda daha az hata yapmalarıdır. Ayrıyeten Kuomintang yönetimindeki bölgelerdeki kamu görevlilerinin ve subayların yolsuzlukları da dışarıdan gelen desteği bile zayıflatmıştır. Yolsuzluk aynı zamanda halkın da Kuomintang’ı değil de toprak reformu vaat eden komünistleri desteklemesinde önemli bir nokta olmuştur.

Tayvan’da Beyaz Terör (1947–1990’lar)

Kuomintang, Tayvan’a çekilmesine rağmen anakaraya geri dönmeyi her zaman planlamakta ve kendini Çin Cumhuriyeti olarak görmekteydi. ÇKP’nin başarısız yönetimi sonucu anakarada karışıklıkların ortaya çıkması sonucunda anakaraya bir kurtarıcı misali dönmek Chiang Kai-Shek’in hayallerinden biriydi. Hatta buna bir isim de konulmuştu: Ulusal Zafer Projesi.

28 Şubat Olay ve Çin İç Savaşının sonlarına doğru Kuomintang elinde kalan toprakları tekrardan konsolide etmek istemekteydi ve bu nedenle 1949 yılında Tayvan’da sıkıyönetim ilan edilmiştir. Sıkıyönetim boyunca ciddi insanlar hakları ihlalleri yaşanmıştır. Solcu olduğu düşünülen veya komünizme sempati duyduğundan şüphelenilen insanlar idam edilmişti. 28 Şubat olayına katılmış olan veya hükümeti eleştirmek ile suçlanan insanlar da idam edilenler arasındaydı. Bu insanların hepsi rejimi değiştirmeye çalışmak suçuyla yargılanıyor ve hükümet yargıyı kendine bir alet edinmişti. Hükümet ayrıca bir gizli polis örgütü de kurmüştü ve Tayvan’da yıllar boyunca rejimi desteklemediği düşünülen insanlar aktif olarak etiketlenip idam edilmiştir. Bu periyot boyunca yaklaşık 4.000 sivilin idam edildiği düşünülmektedir. Ayrıca bu dönem Dünya’da Suriye’den sonra bir bölgeye uygulanan en uzun sıkıyönetimdir.

Birinci Tayvan Boğazı Krizi

Kuomintang’ın Tayvan adasında tek meşru hükümet olduğunu iddia etmeye devam etmesi Çin Komünist Partisi için her zaman tehditti. Bu nedenle parti sürekli olarak Tayvan ile birleşmenin yollarını aramıştır. Tayvan jeopolitik durumu nedeniyle Çin’in saldırılarına çok açık konumdadır.

1954 ve 1955 yıllarındaki ilk Boğaz Krizinde Çin, Tayvan’ın kontrolü altında olmasına rağmen onlara sadece birkaç mil uzaklıkta olan ada gruplarına saldırmıştır. İlk olarak Çin Halk Cumhuriyeti; Kinmen, daha sonra Yijangshan adalarını ele geçirmiş ve baskının artması üzerine Tayvan, Tachen adalarını da terk etmek zorunda kalmıştır. ABD gemileri Tachen adalarının tahliye edilmesinde Tayvan’a destek vermiştir.

Bunun üzerine Tayvan ve ABD ilişkileri, 1955 Formosa Kararı ve Çin-Amerika Karşılıklı Savunma Anlaşması ile yakınlaşmıştır. Savunma anlaşması Aralık ayınca imzalanmış ve Mart ayında yürürlüğe girmiştir. Senato tarafından alınan Fermosa kararı da ABD Başkanına Tayvan’ı güvence altına almak ve korumak için gerekli gördüğü takdirde ABD Silahlı Kuvvetlerini kullanabilme yetkisi veriyordu.

İkinci Tayvan Boğazı Krizi

İkinci Boğaz krizinde Çin, Tayvan’ı özgürleştirme ve halkı Çin Milliyetçi Partisi’nden kurtarma düşüncesiyle kendi doğu yakasında bulunan Matsu adalarını bombalamıştır. Bu saldırıyla aslında Çin, ABD’yi de yoklamıştır. ABD’nin üst düzey askeri yöneticileri Tayvan’ın savunulmasının nükleer aksiyon gerekli hale gelse bile mühim olduğunu söylemekteydi. Kriz ilerledikçe ABD en önemli olan şeyin Kinmen’e tedarik yapmak olduğunun farkına varmış ve bunun ardından ABD İç İşleri Bakanı askerlerle strateji belirlemek üzere 2 Eylül’de toplanmıştır. Toplantıda Tayvan’ın nihai savunması için nükleer silahların bir gereklilik olduğu fakat ABD’nin nükleer müdahaleden kaçınması gerektiğine karar verilmiştir. Kinmen’e tedarik sağlamak için ABD, Tayvan deniz konvoylarına eskortluk yapmaya başlamış, ardından Çin, ABD’nin Çin karasularına girdiğini iddia etmeye başlamıştır. Bunun üzerine SSCB lideri Nikita Khrushchev, ABD’ye bir mektup kaleme almış ve mektubunda ABD’nin bir dünya savaşı çıkarmak üzere olduğunu ve Sovyetlerin gerekirse Çin’i savunacağını belirtmiştir. Sonuç olarak Çin, ABD ile savaşı riske etmek istememiş ve kriz aşılmıştır.

Üç Hayır Politikası (Three Noes)

Tayvan, yaşanan gelişmeler ve eski gerginlikler nedeniyle kendini uzun süre Çin’den izole etmeye çalışmıştır. Üç Hayır Politikası aslında Çin’in 3 Bağlantı (Three Links) politikasına bir cevap niteliğindedir. Üç bağlantı politikasıyla Çin, Tayvan ile tekrardan posta hizmetleri, ticaret ve özellikle hava yolları olmak üzere ulaşım ile temas kurmaya başlamasını, uzun vadede ise Çin ile Tayvan’ın tekrardan birleşmesini hedefliyordu.

1979 yılında ABD, Tayvan ile diplomatik bağları kesip Çin’i meşru temsilci olarak tanımış ve Tayvan’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki koltuğunu Çin Halk Cumhuriyetine devrettirmiştir. Çin artık Tayvan’ı konuşturmak üzere mutlak avantaja sahip olduğunu düşünüyordu, fakat Tayvan’ın başkanı Chiang Ching-kuo her şeye rağmen Üç Hayır’ı tekrarlamış ve iletişim kurmayı reddetmiştir: ”Çinli komünistlerle ne iletişim, ne müzakere, ne de anlaşma olmayacak”. Bu sözlerle Tayvan net bir rest çekmiş ve Üç Hayır Politikasını ortaya koymuştu. Bu politika 3 Mayıs 1986’ya kadar yani tam yedi yıl devam etmiştir..

3 Mayıs 1986 yılında bir Tayvan yolcu uçağının kaçırılması Üç Hayır Politikasının sonunu getiren olay olacaktı. Pilot Wang Shi-chuen ve iki mürettebat üyesi, uçağı rotasından saptırıp Çin’in güneyinde bulunan Guangzhou kentine indirmiştir. Bunun üzerine Tayvan uçağı ve mürettebatı kurtarmak için Çin ile iletişime geçmek zorunda kalmıştır. Pilot ise Çin’de Tayvan ile iletişimi tekrardan sağladığı için bir kahraman gibi karşılanmıştır. Üst düzey bir havacılık görevine getirilmiş ve ayrıca Çin devlet kurumlarında “Tayvan delegesi” adıyla görev yapmıştır.

Bu sırada Çin anakarasında doğmuş olan Tayvan Askeri Kuvvetleri gazileri ve akrabaları anakarada yaşayan siviller hükümete ve başkana baskı yapmaya başlamışlardır. Baskılar iyice çoğalınca Başkan Chiang daha fazla insanları zapt edememiş ve Tayvan Kızılhaç’ına insanlara Çin’e gitmek üzere izinler yazma yetkisi vermiştir. Bu sayede Çin ve Tayvan yine iletişime geçmişmiş ve sivil ziyaretler tekrardan başlamıştır. Üç Hayır Politikasının orjinal hali tarihe gömülmüştür.

Zambak Öğrenci Hareketi ve Tayvan’ın Demokratikleşmesi

1990 yılında Tayvan’da, Tayvan Ulusal Üniversitesi öğrencilerince bir hareket başlatılmıştır. Bu hareketin amacı ülkede demokratikleşmenin sağlanmasıydı. Öğrenciler eylemlerine daha sonrasında ismi Özgürlük meydanı olacak Anıt Meydanı’nda oturma eylemi yaparak başladılar. Eylemlere katılım çok fazla olmuş ve kısa sürede 22.000 insana ulaşmayı başarmışlardır. Hareketin ana hedefleri başkan, başkan yardımcısı ve milletvekillerinin direkt seçimlerle seçilmesiydi.

Gösteriler 16 Mart ile 22 Mart arasında gerçekleşmişti. Bu tarihler Lee Theng-hui’nin koltuğundaki altıncı dönemiyle çakışıyordu. Lee göreve milletvekillerinin oylarıyla seçilmişti fakat o dönemde meclisteki 671 milletvekilinin hepsi aynı partiye üyeydi ve tek bir aday vardı. Zaten Tayvan seçimlerinin genel karakteristiği de tam olarak böyleydi. Ülkede Kuomintag’dan başka bir parti var olamıyordu.

Görevinin ilk gününde Lee, 50 tane öğrenciyi makamında ağırlamış ve onları dinlemiştir. En sonunda Lee 1990 yılının yazında gerçekleştireceği reformlarla demokratikleşme sözü vermiştir. Sonuç olarak Zambak Hareketi Tayvan’ın çoğulcu demokrasiye geçişi için büyük bir dönüm noktası haline gelmiş ve altı yıl sonra Tayvan ilk demokratik seçimini yapmıştır. Seçimlere %95’lik katılım gerçekleşmiştir. Geçerli oyların %54’ünü alan Lee Tayvan’ın ilk demokratik yollarla seçilmiş başkanı olmuştur. Bugün hala demokrasi destekçileri 21 Mart’ta Özgürlük Meydanı’nda toplanıp kutlamalar yapmaktadır ve Lee’ye Tayvan’ı demokrasiyle buluşturmasından ötürü “Bay Demokrasi” ismi verilmiştir.

Çin hükümetinin ve Tayvan hükümetinin demokratikleşme taleplerine verdikleri tepkilerde büyük bir tezat vardır. Zambak Hareketi’nden bir yıl önce Beijing’de meşhur Tiananmen Meydanı olayları yaşanmıştı. Bu olayların en dikkat çeken fotoğrafı tankların karşısında duran bir adamın fotoğrafıdır.

Ünlü ekonomist Daron Acemoğlu’nun deyimiyle sömürü siyasi ve ekonomik kurumlar Çin’de Tayvan’ın aksine demokrasinin önünü kapamıştır.

Başkan Lee’nin Cornell Ziyareti

1995 yılında hala ABD, Tayvan’ı tanımıyordu ve Çin diplomatik olarak Tayvan’ı yalnızlaştırma politikası gütmekteydi. Her şey Tayvan Başkanı Lee’nin mezunu olduğu Cornell üniversitesine “Tayvan’ın demokratikleşme tecrübesi” konulu bir söyleşiye katılmak üzere gitmesiyle başlamıştır. Bir yıl önce yani 1994’te Başkan Lee Güney Amerika’ya yaptığı bir ziyaretten dönerken uçak yakıt yenilemek için Honolulu’ya inmişti. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ve dönemin hükümeti ise Çin ile hareket ederek Başkan Lee’ye vize vermeyi reddetmiştir. Bu nedenle Lee uçağında kapana kısılmış ve orada uyumak zorunda kalmıştı. Daha sonra ABD’den üst düzey yetkililer bu olayı büyük bir utanç olarak adlandıracaktı. Başkan Lee’de ABD’ye kendisine ikinci sınıf bir lidermiş gibi davrandıklarını söyleyerek sitem etmiştir.

Lee, Cornell Üniversitesini ziyaret etmeye karar verdikten sonra ABD İçişleri Bakanı Warren Christopher defalarca Çin’e, Lee’ye vize verilmeyeceği konusunda garanti vermişti. Warren’ın dediğine göre Lee’ye vize verilmesi ABD’nin dış politikasında bir tutarsızlık oluştururdu. Fakat Lee’ye uygulanan bu kötü tutum ve yalnızlaştırma politikası ABD’deki bir sürü insanın dikkatini çekmişti. Her ne kadar bakan tam tersi yönde açıklamalar yapmış olsa da Kongre Lee’nin lehine karar vermiştir. 2 Mayıs’ta Temsilciler Meclisi 396’ya karşı 0 ile Senato’da 9 Mayıs’ta 97’ye karşı 1 oyla Lee’ye vize verilmesini onaylamıştır. Lee’nin ABD ziyareti Çin’i fena halde kızdırmış ve Çin’in Lee’yi bir hain ve ayrılıkçı olmakla suçlamasına neden olmuştur.

Üçüncü Boğaz Krizi

21 Temmuz 1995 yılında Çin, Tek Çin politikasından yavaş yavaş uzaklaşmakta olan Tayvan’a ve Başkan Lee’ye mesaj vermek amacıyla askeri tatbikatlara başlamıştır. Bu tatbikatlar kapsamında Çin, Tayvan Boğazına füzeler atmış ve Tayvan’ın karasularını ihlal etmişti. ABD müdahale edince Çin geri adım atmak zorunda kalmıştır. İkinci bir füze grubu ise 1996 yılının başlarında ateşlenecekti ve Çin 1996 seçimlerinde aday olmaya hazırlanan insanları korkutmayı hedefliyordu.

1996 seçimlerinde Çin rest çekerek, Lee’nin bir daha seçilmesinin savaş anlamına geldiğini söylemiştir. Bunun üzerine Bill Clinton birkaç ABD savaş gemisini Tayvan’ın yakınlarına göndermiştir. Bu destek sadece sembolik olarak değil, pratikte de Tayvan’ın çok işine yarayacak ve Çin’i zapt etmekte yardımcı olacaktı. Tabii ki Çin de eli boş durmamış ve Rusya’dan savaş gemileri aldı ayrıca kendi askeri yatırımlarını da arttırmış ve Tayvan’da sular ısınmıştı.

Çin’in bu korkutma girişimleri korkudan çok nefrete sebep olmuş ve Lee anketlerde yüzde 5 yükselmişti. Ayrıca ABD ve Tayvan askeri bağlarını arttırmıştır. ABD’nin Tayvan’a desteği sayesinde ABD’nin Japonya ile olan askeri bağları da artmış, bu sayede Japonya gelecekte Tayvan’ın savunulmasında daha kritik bir pozisyon alacak duruma gelmiştir.

İnsanlar arasında Çin’in saldıracağına dair endişeler büyüyor ve bu nedenle insanlar akın akın Amerika’ya ve Kanada’ya gidiyorlardı. Bu söylentilere cevap olarak adalar kırmızı alarma alınmış ve adalar askeri anlamda güçlendirilmiştir. Sonuç olarak savaş çıkmamış ve ciddi kayıplar olmadan kriz aşılmıştır.

21. Yüzyılda Tayvan

Anti-Bölünme Yasası (2005)

Çin Halk Cumhuriyeti hiçbir zaman Tayvan’ı bağımsız veya ayrı bir bölge olarak görmemiş her zaman birleşmeyi yüceltmiş ve Tayvan’ın Çin’e bağlanmasını savunmuştur. Fakat Tayvanlıların görüşü bu düşünceyle paralel değildir. Tayvan’da yapılan anketlerde Çin ile hemen birleşmeye verilen destek oldukça düşük çıkmış, Tayvan vatandaşlarının çoğu birleşmenin ancak iki tarafın ekonomik, siyasi ve sosyal durumları birbirleriyle yakın olduğunda birleşme fikrinin tartışmaya açılabilecek hale geleceğini söylemiştir. Vatandaşların geneli statükoyu savunuyor gibi gözükse de uluslararası otoritelerin gözünde statükonun ne olduğu da tartışmalıdır. Çin her ne kadar bu fikre karşı çıksa da Tayvanlıların yüzde 74’ü 2009’da yapılan bir araştırmada Tayvan’ın “bağımsız ve egemen” bir devlet olduğu söylemiştir.

Tayvan başkanı Chen Shu-bian’ın tekrar seçilmesiyle Çin içindeki kaygılar yükselmişti. Yükselen bir Tayvan kimliği ve Tayvan içindeki bağımsızlık destekçilerinin çoğalıyor olması ve Çinli kimliğinin yavaş yavaş terkediliyor olması Çin’i sinirlendiriyordu. 2004 seçimlerinde de Tayvan’daki Yeşil Koalisyonun ana stratejisi bağımsızlık ruhunu kullanmaktı ve bir sürü bağımsızlık destekçisi, eski başkan Lee de dahil olmak üzere, Tayvan’ın 2008 yılında gerçekleşecek Beijing olimpiyatları öncesi bağımsızlığını ilan etmesini savunuyordu.

2004’teki bu gelişmeler Beijing’i kızdırmıştı. Politikacılar Tayvan’a karşı olan politikaların sürekli başarısız olduğunu, Çin’in tepki göstermek yerine proaktif hale gelmesi gerektiğini söylüyordu. Yeşil Koalisyonun seçimleri kazanmasıyla bağımsızlık düşüncesi Tayvan’da göz ardı edilemeyecek bir ivme kazanmıştı. Bunun ışığında Çin’de yeni bir yasa tasarısı şekillenmeye başlamıştır.

Tüm bu olaylardan sonra Çin en sonunda 10. Çin Halk Kongresi’nin 3. oturumunda Anti-Ayrılık yasasını çıkardı. Bu yasayla Çin’in Tayvan politikası resmiyete dökülmüş oldu. Yasaya göre “barışçıl bir şekilde çözüm bulmanın imkansız hale geldiği durumda Çin askeri araçlar kullanacak”’tı. Bu yasa 3 durumda askeri müdahaleyi zorunlu kılıyordu.

  1. Tayvan Askeri Kuvvetlerinin, Tayvan’ı Çin’den ayırmaya çalışması

  2. Büyük bir olay neticesinde Çin ve Tayvan’ın ayrılması

  3. Barışçıl bir şekilde birleşme ihtimalinin kaybolması

Ayçiçeği Öğrenci Hareketi

Başkan Lee 2000’e kadar görevde kalmıştır. Ardından Demokratik İlerlemeci Parti (DPP) başkanlık seçimleriyle iktidara gelmiş ve 2000 seçimlerinde Chen Shui-bian Başkan seçilmiştir. Chen 2008’e kadar görevde kalmış ve dönem kuralı nedeniyle aday olamamıştır. 2008 seçimlerinde Kuomintang yeniden iktidara gelmiştir. Ayçiçeği Öğrenci Hareketi protestolarında başrollerden biri olacak Ma Ying-jeou, Başkan seçilmiştir.

Olayların konusu Boğazlar Arası Hizmet Ticaret Anlaşmasıydı. Anlaşma; bankacılık, sağlık, turizm, film, telekomünikasyon ve yayıncılık gibi hizmet sektörleri ticaretinin Çin ila Tayvan arasında liberalize etmeyi amaçlıyordu. Bağımsızlıkçı kesimin endişesi bu anlaşmanın Tayvan’ı Çin’e bağımlı yapmaya başlayacağıydı. Başka ülkelerde de görülen bir ülkenin seçim kampanyalarında bir adaya kaynak aktarımı gibi olaylar Tayvan’da yaşanabilirdi. Bu yardımın gideceği partiyse kuşkusuz Çin ile bağlarını koparmayan Kuomintang’tı. Bu nedenle bağımsızlık yanlısı kesimler anlaşmanın onaylanmaması için direnmişlerdir.

Olaylar 17 Mart 2014’te Kuomintang’ın tek taraflı olarak Boğazlar Arası Hizmet Ticaret Anlaşmasını yasama meclisine getirmesi ve tartışmaların madde madde yapılmaması ateşlemiştir. Haziran 2013’te Çin ile Tayvan arasında imzalanmış ve Kuomintang ile Demokratik İlerlemeci Parti (DPP), anlaşamadan etkilenen akademisyenlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve iş sektörlerinden temsilcilerin katıldığı 13 halka açık oturum düzenlemişti. Ancak Kuomintang tek taraflı olarak kabul ettirmek istediğinde akademisyenler, sivil toplum kuruluşları ve sektör temsilcileri ya çağrılmamış ya da son dakika çağrılmıştı. Üstelik gelen akademisyenler ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri düşüncelerini açıkladıklarında İç İdari Komite Başkanı ve Kuomintang milletvekili Chang Ching-chung anlaşmanın tamamen onaylanması gerektiğini ve değiştirilmeyeceğini söylemişti.

Muhalif DPP’nin başkanlık etmeyi kabul ettiği sekiz açık oturumu tamamlamadığı gerekçesiyle Chang görüşmelere başlamanın 90 günü aştığını belirtmiş ve Kuomintang 21 Mart’ta anlaşmanın genel kurulda konuşulup nihai oylamaya sunulmasını önermiştir.

18 Mart tarihinde saat 21.00’de geniş halk kitleleri meclisin (Legislative Yuan) önünde toplanmaya başlamış ve sonrasında da duvarlardan tırmanarak binaya girmişlerdir. Protestocular anlaşmanın madde madde incelenmesini şart koşmuş, aksi takdirde 21 Mart’ta meclisi işgal edeceklerini duyurmuşlardır.

Protestoların başlamasının ardından polis etraflarını sarsa da Meclis Başkanı Wang Jin-pyng protestoculara müdahalenin olamayacağını açıklamıştır. Ertesi gün Wang, Başkan ve Yürütme Başkanı ile konuşmayı ret ederek konuşmaları gereken kişilerin halk olduğunu söylemiştir. Yürütme Başkanı Jiang ise protestocularla buluşmuş ve anlaşmayı bırakma niyetlerinin olmadığını söylemiştir. 23 Mart’ta ise Başkan Ma, anlaşmayı geçirme konusundaki kararlılığını ve Pekin’den emir almadığını belirtmiştir. Aynı gün saat 19.30’da protestocular yürütme binasını (Executive Yuan) işgal etmiş ancak sabaha doğru beş sularında polis protestocuları zor kullanarak meclisten çıkarmaya başlamıştır. On saat süren tahliye sürecinde polis zor kullanmanın yanında protestoculara karşı su tomalarını da kullanmıştır.

25 Mart’ta Başkan protestocuları ön koşulsuz konuşmaya davet etmiştir. Bir öğrenci lideri kabul etse de ertesi gün daha öncesinde Başkanın taleplerine cevap vermesi gerektiğini söylemelerine rağmen daveti ret etmişlerdir. Çünkü Başkan Ma’nın Kuomintang’ın lideri olarak yasamacıları da kontrol ettiğini düşünüyorlar ve boğazlar arası ticaret anlaşmalarını denetleyecek bir yasanın çıkarılmasını istiyorlardı.

Daha sonrasında hem yasa karşıtı hem yaşa yanlısı kesimler protestolar düzenlemeye devam etmiştir. 6 Nisan’da Meclis Başkanı, meclise gelerek boğazlar arası ticaret anlaşmalarını denetleyecek yasanın çıkarılacağına dair söz vermiştir. Bu sözden ötürü Kuomintang ile aralarında gerginlik başlamış ve Yürütme Başkanı Jiang, söylenenlerin gerçekçi olmadığını belirtmiştir.

Meclis Başkanının sözünün ardından protestocular 10 Nisan 18.00’de meclisi tahliye etmişlerdir. Nisan ayında protesto liderleri savcılara protestolarda ve işgallerde ne olduğunu açıklamış, Haziran ayında da 400 kişinin protestodaki rollerinin ne olduğu araştırılmıştır. Savcıların yürütme başkanı ve protestolarda görevli olan polis yöneticileri hakkında soruşturma açılmasıyla yürütme başkanının istifası için protesto düzenlenmiştir. Protesto sonrasında yıllarda protestoculara para cezaları kesilmiş ve mahkemelerde yargılanmışlardır.

Protestoların sonucunda Boğazlar Arası Ticari Hizmet Anlaşmasının meclise sunulması iptal edilmiştir. Protestoculara verilen cezalar 2016’da DPP’nin iktidara yeniden gelmesiyle hafiflemiştir.

Güncel Durum

2016’dan beri bağımsızlık yanlısı Demokratik İlerlemeci Parti ve Başkan Tsai Ing-wen yönetiminde olan Tayvan, Çin ile ilişkilerini her geçen gün azaltmaktadır.

Günümüzdeki Tayvan-Çin krizinin güncel konjonktürdeki yerini anlamak için yarı-iletkenleri, Tayvan Boğazı’nı ve Çin’in son zamanlardaki atılımlarını iyi bir şekilde incelemek gerekiyor. ABD, her ne kadar Tayvan’ı resmi olarak tanımasa da Nancy Pelosi’nin son ziyaretinden sonra ilerde oluşabilecek bir krizde ABD’nin Tayvan’a destek verme ihtimalinin yüksek olduğunu gördük. Şimdi sırayla bahsettiğimiz noktaları inceleyelim.

Tayvan Boğazı ve Hava Sahası

Tayvan ürettiği çiplerin çoğunu gemiler aracılığıyla bu boğazdan geçirerek ihraç ediyor. Bu boğazın stabilitesinin sağlanması da tam olarak bu nedenle çok önemli. Ayrıca sadece çip taşıyan gemiler değil, Tayvan’ın jeopolitik yapısı nedeniyle dışarıdan ithal etmek zorunda olduğu yiyecek gibi şeyler taşıyan gemilerin de buradan geçmek zorunda olduğunu görüyoruz. Yani tekrardan dünyanın geri kalanının çıkarlarıyla, Tayvan’ın çıkarlarının kesiştiğini görüyoruz.

Çin, 2021’in başından beri Tayvan hava sahasına askeri uçuşlar düzenlemektedir. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin son ziyareti ile birlikte Çin bu tatbikatların dozajını arttırmıştı. Hatta bazı Çin’e bağlı gazeteciler Nancy Pelosi’nin uçağının meşru hedef olduğu söylemişti. Tabii ki Çin Nancy Pelosi’yi vurmadı. Onun yerine ona ve ABD’ye yaptırımlar uyguladılar ama pek etkili olmadı. Bunların üzerine Çin, Pelosi’nin ziyaretini takip eden hafta içinde 5 tane askeri tatbikat uygulayacağını bildirdi. bu tatbikatların gerçekleştiği yerler Çin’in olası savaş stratejisi hakkında da bize bilgi veriyor.

Yandaki haritadan da görebileceğiniz üzere Çin’in tatbikatlerini yaptığı yerler Tayvan’ı neredeyse tamamen kuşatıyor. Ayrıca olası bir durumda Japonya’nın müdahale rotalarına da uzanıyor. Yani olası bir savaş durumunda Çin’in ana stratejisi bu alanları girilemeyecek kadar tehlikeli hale getirip Tayvan’ın açlıktan kırılmasını sağlamak olabilir. Ayrıca ihracat yapamadığı senaryoda Tayvan’ın ekonomisi de ciddi anlamda zarar görecektir. Böyle bir saldırının yaşanması ihtimali borsalara da zarar vermeye devam ediyor. Olası savaş durumunda Apple gibi şirketlerin hisse senetlerinde ciddi düşüşler yaşanabilir.

Son olarak zaten ABD’nin yaptırım gücünün nasıl düşeceğinden bahsetmiştik. Çin Kuşak Yolu ile Afrika ve Asya’daki ticareti ciddi anlamda kendi kontrolü altına almaya başladı. Bunu da stratejik konumlardaki liman, havaalanı ve otoyollar gibi şeyleri kendi kontrolüne alarak yapıyor. Yani Tayvan Boğazı’nın da kontrolünün tamamen Çin’e geçtiği senaryoda Çin bölgede ciddi manada diplomatik ve ticari güç kazanacaktır.

Yarı-İletken Çipler

Yarı iletken çipler, akıllı telefonlardan arabalara hava soğutuculara televizyonlara kadar günlük hayatta kullandığımız her şeyin içinde bulunan ve onların işlemesini sağlayan mikroçiplerdir. Mikroçipler neredeyse her endüstride kullanıldığı için sanayi ve üretim için vazgeçilmez parçalardır. Düşük seviyeli çipler görece fazla ülkede de üretiliyor olsa da üst düzey işlerde kullanılacak çipler için ciddi yatırımlar gereklidir.

Belki de Tayvan’ın en önemli karakteristik özelliği de çip üretiminde dünyada neredeyse tekel olmasıdır. Tayvan’da bulunan TSMC adlı çip şirketi bugün Apple, AMD, Nvidia gibi bir sürü şirketin çip ihtiyacını neredeyse tek başına karşılıyor. ABD’den tutun Çin, Almanya, Türkiye, İngiltere gibi ülkelerin hepsi Tayvan’a çip üretiminde bağlı olduğu sürece bu ülkeler oluşabilecek bir krizden büyük ihtimalle kaçınacaktır çünkü takdir edersiniz ki füzeler havada uçarken çip üretimi de duracaktır.

Tabii ki ülkeler bu problemi çözmek için adımlar atıyorlar. ABD yakın zamanda çip üretimini desteklemek için çip üretme amacı olan şirketlere büyük teşvikler duyurdu. Aynı şekilde Çin de kendi çip fabrikalarını kurmaya çalışıyor. Ama başta da bahsettiğimiz gibi çip üretmek çok zahmetli bir iş. Bir fabrika kurmak için ortalama 15 ila 20 milyar dolar yatırım gerekiyor, fabrikanın inşaatı ortalama 5 yıl sürüyor. Ayrıca gerekli personelin eğitilmesi ve gerekli kapasiteye ulaşacak fabrikaların kurulmasına kadar önümüzdeki 10–5 yıl Tayvan’daki TSMC şirketi ve fabrikası tekel konumunu koruyacak gibi duruyor.

Bu noktada bir başka tehdit devreye giriyor. Çin’in, Tayvan’ı ilhak etmesi durumunda bahsettiğimiz çip fabrikası da Çin’in kontrolü altına geçebilir. Böyle bir durum ABD açısından felaket olur. İlk olarak Çin “1 Kuşak 1 Yol” projesi ile zaten Afrika ve Asya’daki ticarette ulaşım masrafını çok düşürerek nüfuzunu çok yüksek miktarda arttırdı. Çin’in bir de üstüne çip üretiminde tekel hale geldiği senaryoda ABD’nin, Çin’e karşı direnç ve yaptırım gücü de çok ciddi anlamda zarar görecektir.

Çin’in Durumu

Tayvan ile aralarındaki gerilim bir yana, şu anda Çin iki nedenle çok büyük protestolar ve problemler ile yüzleşmekte: Bunlardan ilki Tayvan hakkındaki tutumları, ikincisi ise ülkedeki gayrimenkul krizi. Yazımız Tayvan ile alakalı olduğu için emlak krizinin derinlerine başka bir yazımızda değineceğiz fakat Çin’in güncel durumu bizce bize Çin’in Tayvan’a saldırıp saldırmayacağı konusunda önemli bilgiler veriyor.

Xi Jinping gibi liderlerin iktidarda kalabilmesinin en önemli sebebi bir şeyleri başarmalarıdır. Halklar genelde sürekli olarak yeni şeylerin inşa edildiğini, uluslararası alanda güçlü olduklarını ve ekonomilerinin iyi olduğunu düşünülerse yönetim meşru olmasa dahi halk genelde birleşip bu liderleri indiremez. Bunun diğer örnekleri Rusya, Singapur gibi ülkelerdir. Bu ülkelerde her ne kadar seçimler genelde haksız olsa da ve ülkeyi son 20–30 yıldır aynı liderler yönetse de halkın desteğini hala arkalarında bulundururlar. Fakat ekonomik rahatsızlık gibi veya uluslararası başarısızlıklar gibi olaylar nedeniyle bu liderlerin başı ağrıyabilir. Medyanın kontrol altında olması bile ikinci durumdaki başarısızlıkları saklamaz artık.

İlk olarak uluslararası arena ile başlayalım. Çin zaten yazımızın ilk kısmında belirttiğimiz üzere uzun zamandır Tayvan’ı kendilerine bağlamak için çalışmalar yapmaktadır ve sürekli olarak Tayvan’ın ayrı bir devlet olmadığını söylemektedir. Fakat yıllardır bu politikalar başarılı olamamış, durum bu raddeye kadar sürüklenmiştir.

Son zamanlarda da Nancy Peloasi’nin ziyareti sebebiyle Çin’in içinde büyük protestolar yapılıyor. Çin ordusu gözdağı vermek amacıyla kışkırtıcı tweetler atmış, diplomatlar açıklamalar yapmış, gazeteciler tehditkar yazılar yazmıştı, fakat yine de Nancy Pelosi Tayvan’ı ziyaret etti. Çin ise bunu önlemek için hiçbir şey yapamadı, hatta üstüne Nancy Pelosi’nin açıklamaları ve ABD’nin diğer dış politikaları ile Çin’i zora sokması Çin’in dış politikasının gücünü ciddi manada sorgulanır hale getirdi ve bazı protestolardaki tutumlara bakacak olursak halk bundan memnun değil.

İkinci olarak, Çin’de şu anda büyük bir emlak krizi baş gösteriyor. Sorunun ilk aşaması sistemin içinde yatıyor. Gelişmiş ülkelerde genelde gayrimenkul kredisi kapsamında borçlanabileceğiniz tutar yıllık gelirinizin beş katını geçmez. Yani yıllık 50.000$ kazanan biri genellikle sadece 250.000$’lık bir ev için ev kredisi çeker. Çin’de ise bu rakam 20 ila 35 kat arasında. Bu şekilde çok fazla insan pahalı evler alabiliyor ve Çin’de çok büyük emlak devlerinin oluşmasını sağlıyor. Evergrande gibi şirketler 280 farklı şehirde 1300’den fazla projeyi yürütebiliyorlar. Kağıt üstünde her ne kadar güzel gözükse de sistemin ne kadar kırılgan olduğu da ortada.

Şirketler de doğal olarak bu geniş markete hizmet verebilmek için doğal olarak borçlanmayı kullanıyorlar. Şirketlerin genel mekanizması şu şekilde→

  1. İnsanlara inşa edilmemiş olan evleri sat.

  2. Toplanan para ve borç ile bu inşaatların yarısını bitir.

  3. Yeni projelere başla ve başka insanlara inşa edilmemiş evler sat.

  4. Gelen para ile ilk başladığın evleri bitir ve teslim et.

  5. Tekrarla.

Yani gördüğünüz gibi sürekli olarak yeni insanlar, yeni evler almasını gerektiren ve adımlardan bir tanesinin çökmesi durumunda çökebilecek bir sistem var. Çin’de sorun dördüncü adımda patlak verdi. Bildiğiniz üzere Covid süresince Çin en çok önlem alan ülkelerden biriydi. Bu önlemler nedeniyle limanlar, otobüs terminalleri ve birçok işyeri kapanmak zorunda kaldı. Bu nedenle inşaatlarda da zorluklarla karşılaşıldı. Hem küresel hammadde krizinden dolayı malzeme bulmakta zorlanan, hem çalışamayan, hem de borçlarla ve ekonomik zorluklarla karşılaşan Çinli emlak devleri inşaatları tamamlayamadı. Hem bir sürü insandan para toplamış oldular ve bu insanlar evlerine de sahip olamadı. Emlak krizinin sebebi de bu. İnsanlar ülke çapında bankalara ve şirketlere karşı protestolar yapıyorlar ve paralarını geri istiyorlar. Bu da iç karışıklığa sebep oluyor. Hükümet ise sorunu çözmek üzere adım atmak yerine protestoları polis güçleriyle bastırmayı seçiyor.

Ekonomik krizin bir diğer sebebi de ülkedeki vergi problemi. Yerel hükümetler ve merkezi hükümetin gereksiz altyapı projelerine çok fazla para harcaması nedeniyle ülkenin kasasına ciddi yük biniyor. Bir diğer sebep de ülkede kayıt dışı ekonominin ve yolsuzluğun aşırı düzeyde olması. Bu kadar yüksek nüfuslu bir yerde köşe başı market sayısı da doğal olarak çok fazla ve bu marketleri düzgünce vergilendirmek çok zor. Ayrıca memur maaşlarının çok düşük olması ve vergilerin çok yüksek olması zengin insanlar dahil insanları yolsuzluk ve vergi kaçakçılığına itiyor. Zaten gereksiz projeler ile başı dertte olan kasaya bir de gerekenden çok daha az veri geliri geliyor.

Vergilendirmenin düzgün olmamasının bir diğer zararı da maliye politikasını çok zayıflatması. Devletin ekonomik zorluklarla başa çıkmasındaki ana aracı maliye politikaları uygulamaktadır. Maliye politikası basit olarak vergiler ve devlet harcamaları arasındaki dengedir. Küçülme durumlarında devlet az vergi alıp çok harcama yaparak ekonomiyi canlandırır. Enflasyonist durumlarda ise devlet çok vergi alıp az harcama yaparak ekonomiyi soğutur. Fakat bir ülke yeterince vergi alamıyorsa ekonominin dizinlerini kolayca elinden kaçırabilir. Şimdiye kadar Çin ekonomisi sürekli büyüdüğü için bu çok büyük bir problem haline gelmemişti ama son krizlerle beraber aşağı giden ekonomiyi Çin en önemli silahlarından biri olmadan savaşmak zorunda kalabilir.

Tüm bunların kesiştiği noktada bir yere daha parmak basmamız gerekiyor. Çin şimdiye kadar ne zaman bir iç problem çıksa Tayvan diye bağırarak insanların dikkatini farklı yöne çekmeyi başarmıştı ama artık hem Tayvan’a karşı sürekli yenilgiler almaya başlayınca hem de içerde böyle sıkıntılar çıkınca Çin eskisi kadar stabil olmamaya başladı. Bu nedenle bizce Çin’in Tayvan’a saldırıp ABD ve Avrupa Birliği ile karşı karşıya gelmeyi göze alması bizce düşük bir ihtimal.

Sonuç

Önceki birçok paragrafta anlattıklarımıza bakacak olursak yetmiş yıl önce ayrılan iki toplum bugün kanlı bıçaklı olmanın eşiğine gelmiş durumda. Çin Komünist Partisinin bir kararı tüm dünyanın savaşa girmesini sağlayabilecek bir öneme sahip. Asya’nın en iyi demokrasilerinden olan Tayvan’ı koruyacağını açıkça belirten ABD ile son otuz yılda büyük bir gelişme yaşayan Çin karşı karşıya gelebilir ve bu Ukrayna işgali gibi birkaç hafta geçici etkiler göstermeyip tüm hayatımızı değiştirebilir. Ancak tabii ki bu kararın alınmasının önünde büyük engeller mevcut. Çin ekonomisinin son yıllarda işsizlik ve borç krizleriyle boğuşması bu kararın alınmasını uzun süre engelleyebilecek potansiyele sahip.

Çin’in “sıfır tolerans” ve “sosyal kredi sistemi” gibi totaliter ve insan haklarına uzak politikalarına bakarsak irrasyonel bir yönetimin Tayvan’a karşı askeri müdahalede bulunması kulaklara imkansız bir durummuş gibi gelmiyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edebileceği sorusu sorulduğunda herkesin “Öyle bir şey olur mu? 21. yüzyılda Avrupa’nın ortasında bir süper gücün savaşı. Görülmüş iş değil.” dediği durumlardan bugüne geldiğimiz düşünüldüğünde ne kadar engel gösterilse gösterilsin savaş çıkmayacağının garantisi hiçbir şekilde verilemezmiş gibi görünüyor.

Savaşın çıkması durumunda iki durum söz konusu olabilir: ABD’nin askeri müdahalesi veya küresel ekonomik yaptırımlar. Birincinin gerçekleşmesi durumunda çok kaygan bir zemine girilebilir ve küçük bir hata bile dünya savaşına neden olabilir. İkinci durumun gerçekleşmesi ise dünyadaki herkesin etkileneceği bir ortamı doğuracaktır. Neredeyse her malın en az bir kısmının Çin’den geldiği düşünüldüğünde Çin ile ekonomik bağların kesilmesi her şeyin fiyatını büyük ölçüde arttıracak ve hatta gelişmiş ülkelerin dışındaki bölgelerde bulunamayacak bir duruma gelinmesine neden olabilir. Savaşın çıkmaması durumunda ise Tayvan’ın Çin’de demokratik bir devrim gerçekleşmedikçe ana karayla birleşme kararı alması çok düşük bir ihtimal. Durumun bu şekilde devam etmesi durumunda Tayvan’ın Çin’den iyice ayrılıp Tayvan ulusu ve ırkı oluşturma projesi başarıya ulaşabilir.

Comentarios


Her gün ve ay yeni yayınlarımızdan haberdar olabilirsiniz

Gönderdiğiniz için teşekkürler!

©2022, Cağaloğlu İktisat Kulübü tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page