Özet: Bu yazıda 1929 yılındaki Büyük Buhran’ın sebeplerinden, kriz hakkındaki görüşlerden ve böyle bir krizin tekrarlanmaması adına yapılanlardan, yapılabileceklerden bahsetmek amaçlanmıştır.
Büyük Buhran 1929’da ABD’de ortaya çıkan, küresel alanda etkisini ağırlıklı olarak 1930 yılında göstermiştir. Bu iktisadi krizin temel sebebi olarak ABD borsalarındaki çöküş gösterilmiş olmakla birlikte küresel alanda devasa bir fakirlik oluşturacak boyutlara ulaşmasında birçok faktör rol oynamaktadır. Krizin farklı ülkelerde farklı boyutlarda etkileri olmuş olup krizin aşıldığı zamanlar da farklı olmuştur. Sanayi bölgelerinin artan işsizlik oranlarıyla birlikte daha çok etkilendiği gözlenmektedir.
Kriz Öncesi: 1918 yılında nihayet I. Dünya Savaşı son bulmuş ve dünya her alanda olduğu gibi ekonomik alanda da fazlasıyla sarsılmıştı. Savaşa çok sonradan giren ve coğrafi olarak savaşın merkezine uzak olan ABD, savaştan en az hasar gören ülke olduğu için ekonomi alanında da önde gelen ülke olmuştu. Dünyanın egemen gücü olan Birleşik Krallık, Fransa gibi ülkeler bile bu savaşta ABD’ye borçlanmışlardı. Bu gibi sebeplerle ABD’nin küresel ekonomide kilit rol oynaması ABD’nin ekonomi politikalarını direkt olarak dünyadaki ekonomik durumun sebebi haline getirmektedir.
Refah ve Kalkınma Süreci: 1920’lerde Siyaset ve Ekonomi Dünyası: Savaş sonunda ABD dışındaki tüm ülkeler ekonomik sorunlarıyla ilgilenmeye başlamıştı. Az önce bahsedildiği üzere ekonomik bir güç olarak ortaya çıkan ABD ise diğer ülkelere ucuz krediler vererek kalkınmalarına destek oluyordu. Özellikle de Almanya 1925 yılındaki Locarno Antlaşması ile tekrar dış dünyada bir yer edinmiş ve 192425 yıllarından itibaren ekonomik olarak gelişmeye başlamıştı. Dawes Planı ile de Almanya’nın savaş tazminatları düzenlenmiş olup Almanya sonrasında Milletler Cemiyeti’ne dahi girmişti. ABD’de ise I. Dünya Savaşı sonrasında piyasada tekelleşmeler artsa bile üretim artmış, fakirlik ve işsizlik oranları minimum seviyeye inmişti. İşsizlik oranı %3,7 seviyelerindeydi. Fiyatlar ve maaşlar artmıyordu. Borsadaki şirketlerin değerleri de yükselişteydi. Ekonomi anlayışı olarak ise liberalizm ve laissez faire benimsenmekteydi. Bu şekilde üretim talebin de çok üstüne çıkıp bir tür “tüketim toplumu” oluşmuştu.
Yanlış Politikalar ve Spekülasyon: ABD’de hükümetin ekonomiye ve borsaya müdahaleye bulunmaya yanaşmaması serbest bir ekonomi düzeni ve halkın taleplerine yönelik arza ulaşma gibi olanaklarını arttırmış olmakla birlikte ileride soruna dönüşmesi muhtemel birçok problem görmezden gelinmişti. İlk olarak sektörlerdeki tekeller oldukça fazlaydı. Piyasanın %50sini sadece 200 holding oluşturuyordu. Bu sebeple herhangi bir şirketin iflası demek direkt olarak piyasanın ve ekonominin hasar görmesi demekti. Aynı zamanda bankalar şirketlere fazlasıyla serbest biçimde kredi dağıtıyor fakat bu kredileri geri alamıyordu. ABD de yine aynı şekilde Birleşik ve Almanya’dan istediği tazminatı alamamıştı, nitekim bu tazminatlar altın olarak ödenecekti ama Birleşik Krallık ve Almanya’nın yeterince altını yoktu. Ucuz krediler ve üretim patlamasıyla Dünya Savaşı sonrasında parlak bir dönem yaşanmış fakat tüm bu sayılan problemlerin beklenmedik bir anda şirketlerin ve borsanın çöküp insanların yaptırımlarından ve işlerinden olması ihtimali düşünülmemişti.
Kara Perşembe ve Kriz: Buhran’ın başlamasına direkt olarak sebep olan problem ise borsadaki spekülasyonlardı. Halk tarafından borsaya yoğun bir talep vardı, insanların gözünde borsanın sürekli değerleneceği algısı vardı. Ekonomideki dengelerin bozulması için tek bir sorun yeterliydi, nihayet Ekim 1929’da emlak piyasasında korkulan başa geldi ve birçok büyük holdingin hisseleri değer kaybetti. Yabancı yatırımcıların da yatırımlarını çekmesiyle bu süreç epey hızlandı ve 21 Ekim 1929 Perşembe gününde Büyük Buhran resmen başladı. İnsanların yatırımları yok olmuş, sanayi kentlerinde işsizlik tavan yapmıştı. Zincirleme olarak tüm ABD’ye yayılan kriz tüm dünyayı vurmuş ve dünya artık 1930'ların yeni ve karanlık zamanlarına giriş yapmıştı.
Krizle mücadelede Yapılanlar: Ülkelerin krizle mücadelesinde en dikkat çeken nokta devlet müdahalesidir. Türkiye örneğinde olduğu gibi bazı ülkeler direkt olarak devletçi bir ekonomi tarzı benimsenmiş olup ABD’de ise bankalar arasında disiplin ve denetimin sağlanması adına Merkez Bankası kurulmuştu. Bankacılık sektöründe 500’e yakın karar ile düzenlemeler yapılmış, talebin arttırılması için minimum ücretler belirlenmişti. Özel sektörün ilgilenmediği yerlere devlet yatırımı yapıldı fakat serbest piyasayı savunan sanayiciler ile olan ilişkiler korundu. Bu şekilde ABD’nin politikasının tekrar kriz olmasını önleyecek biçimde düzenlemelerden ve yoksul halkın alım gücünü kısa vadede de olsa sağlamak adına bazı ücret belirleme kararlarından oluştuğu söylenebilir. Krizin bir diğer hissedildiği ülke olan Almanya’da ise nasyonel sosyalistler iktidara gelmiş ve Hitler ekonomi politikalarını Hjalmar Schacht’a bıraktı. Schacht Hitler tarafından geniş yetkilerle donatıldı. Almanya vergi sistemlerini düzenleyerek ve “Sanayi Organizasyonu” isimli bir oluşum kurarak birçok bankanın da verdiği krediler sayesinde sanayi konusunda kalkınmaya başladı. Çalışma saatleri arttırılarak haftalık kazançlar reel olarak %19 arttırıldı fakat saatlik kazançlar oldukça düşüktü. 1936 yılından itibaren ise Göering’in kalkınma planı ortaya konuldu. Bu planın temel amacı dışarıya olan bağımlılığı azaltmaktı.
Çıkarılması Gereken Dersler ve Kapanış: Bütün olanlardan anlamamız gereken ilk şey devletin hukuki olarak var olan en üst kurum olarak müdahalecilikten kaçınırken krediler, borçlar ve borsa gibi kontrolsüzlüğü durumunda felaketlere yol açabilecek şeyleri “başıboş” bırakmaması gerektiği olacaktır. Serbest sermaye düzeninde insanların taleplerine karşılık olarak bir arz bulmasının rekabet ve ekonomik özgürlükler sebebiyle daha kolay olduğu gerçeği 1920’li yıllardaki kalkınmayla bir kez daha görülmekle beraber insanların manipüle edilebilir ve her zaman kendileri için en mükemmel şeylere talep edemeyebilen varlıklar olduklarının göz ardı edilmesi çok daha büyük felaketlere sebep olmuştur. Bu sebeple hükümetin borsaya müdahalesi hukuki olacak şekilde ve gayet anlaşılır sebepler oluştuğu takdirde kabul edilebilir. Aynı zamanda sektörlerdeki tekelleşmelerin devlet müdahalelerinin azlığına rağmen bozulamaması serbest piyasanın ne kadar sağlıklı işlediğine dair soru işaretleri oluşturmaktadır. Tekelleşmenin olmaması durumunda birkaç emlak holdinginin borsada çöküş yaşaması muhtemelen küresel problemlere yol açmayacaktı. Krizi büyüten bir diğer etken ise Hoover hükümetinin yanlış müdahaleleridir. Birleşik Krallık ile Almanya’nın borçlarından ve altın sıkıntısından bahsetmiştik. Hoover hükümeti verilen kredileri almak adına gümrük kapılarına müdahalede bulunmuş fakat bu ABD’nin dış ticaretini küçültmekten başka bir işe yaramamıştır. Hükümet ödenemeyen borçlara rağmen altın standardına bağlı kalmakta ısrar etmiş, vergileri yükseltip harcamaları kısaltarak zaten parası borsayla birlikte eriyen insanları iyice fakirleştirmiştir. Neticede tüm bu olanlar dünya genelinde serbest piyasa ekonomisine olan eleştirileri arttırmış, siyasi olarak ise yeni bir karanlık sürecin başlangıcı olmuştur.
Commentaires